Burada her şey çok renkli yahu!
2. GÜN
Erken kalkma huyumu seviyorum. Önceden plan yapıp kafama göre bozmayı da. Ancak bu defa plan için fırsatım olmadığı için erken kahvaltı anlarını verimli değerlendirdim. Bugünkü planda yetiştirebilirsem iki sahne turu ve onun dışında çevre bölgelerinde saçma yürüyüşler planladım. Kim bilir Heineken ve Rijksmuseum'a da giderim belki ama ihtimal vermiyorum...
Kahvaltı hiç bırakılası değildi. Biz az ama öz seviyoruz :S
Tura Koninklijk Theater Carré'den başlayacaktık. Saat 11'de bir tur vardı. Heyecanla Şuşu ve Nesli'yi de yanıma alarak oraya doğru ilerledik. Bu aynı zamanda kendi insiyatifimizi kullandığımız ilk tramvay deneyimiydi. Bir şekilde çözdük diyelim...
Theater Carré ve Het Muzikthater turlarını ayrıca yazacağım için ben geziye devam ediyorum. Cumartesi günleri Het Muziktheater'ın yanındaki meydana pazar kuruluyormuş. İki tur arasındaki zamanı burada alışveriş yaparak geçirdik tabii. Ben iki deri çanta, bir cüzdan bir dandik gözlük (hava kapalı olur diye kendiminkileri yanıma almamıştım, sanki otuz kilo, taşı şunları di mi!)
Bunun ne olduğunu hiçbir zaman çözemedik...
Theater Carré ile Het Muziktheater'ın arasında 10 dakiklık bir yürüyüş mesafesi, bu mesafede de şehrik sembollerinden biri haline gelmiş Magere Brug var. Bunun komik hikayesini daha sonraya saklayarak burada öncelikle annemin köprüsünü anlatmak istiyorum.
İşte o köprü... yani sanırsam...
Yok, bir hata olmadı, annemin köprüsü dedim evet. Kast ettiğimse annemin 1970 senesinde (ki bu filmin 67'de gösterime girdiğini düşünürsek, filmlerin gelmesi 2-3 yılı bulyormuş :S ) Fitaş Sineması'nda izlediği, başrollerini Yves Montand ve Annie Girardot'nun paylaştığı Vivre Pour Vivre isimli filmde gördüğü açılır kapanır köprü... Bu köprüyü o kadar sevmiş ki filmde, filmden sonra makinisti bulup köprünün adını, nereden resmini bulabileceğini sormuş. Adamsa sen bir kareyi kesip ver filmden! Annem hiçbir zaman o resmi yapmamış ama fotoğrafı da atmamış. Ona 6 yıl kadar evvel ben el koydum, kim bilir hangi kutumun derinlerinde...
Al sana meşhur Amsterdam yiyeceği :S
Biz konumuza dönersek, rotanın bundan sonrası iyice karışıyor. Önce Leidseplein'den sonraki sıfır noktamız olan Rembrandtplein'e vardık. Sonra karınlar acıkmıştı ki Cartoville'den seçerek gittiğimiz Amsterdam'ın Kızılkayaları'nı bulduk. Van Dobben adlı mekanın spesiyeliteleri arasında ekmek arası kroket ve çeşitli soğuk et çeşitleri bulunuyor...
Adamların kahvesinin yanında gelen gofrette bile Van Gogh var yahu! Bir insanın da ancak bu kadar ekmeği yenir yalnız!
Yeri gelmişken serbest bir günde Rembrandtplein'deki Smokey'de günü geçirmek isteyebilirsiniz. Aklınızda bulunsun ;)
Az sonra videosunu göreceğiniz gitarist abi de beni az kilitlemediydi...
Bu kahve molasını siz de kendiniz için değerlendirin... Devamı gelecek...
Sıradaki: Seven Bridges, Amstel molası, Cafe Alto, Basic ve şehirden enstantaneler...
Günün ruhuna...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder