29.05.2012

Mola! Masaya Dönüş

Şşşt! Pişt! Evren, ordasın di mi hala? Ben hala bekliyorum. Haberin olsun. 


Israrla yola tutunup ayakların geride gelsen de, dönüp geleceğin yerdesin. İçinden sen yine hep yola çakılırsın. Yolun ucundakilere vurulursun. Çünkü iki gram normal olsan evrenden kovulursun.
Alacağın olsun be ZNS! Aşk olsun!


Gelsin Jülide! Bi daha bi daha dinle de akıllan!

25.05.2012

Mola! Only Love


Bu bir cuma duasıdır.


Bu aslında her gün damağımda parlatılır.


Beni duyuyorsun biliyorum.


Kenarda dolanıp durma artık, içeri buyur. Vakit geldi.



* Fotoğraf: Wind-blown Night by Guen K.

Sevdiğimiz Buluşlar - 11


Belki imkan verilse birinin geldiğini sucu ziliyle ya da tweety olduğunu hayal ettiğimiz kuş iniltileriyle öğrenmezdik...





Cuma Molası Uzun Olur

ABŞBC!*


Bütün hafta evde olmama rağmen ruhuma haftanın konseptleri işlemiş bir kere. Benim için olmasa bile sizin için bir uzun mola lazımdı.
Yani öyle ya da böyle, bu hafta bitiyor. Umarım herkes için iyi bitiyor, umarım hepimiz için mutlu günlere bir kapı açıyor. Ama önce...


Şimdi aklımızda, elimizde, masamızda kalan detayları toplama zamanı. Bu dağınık, parçalı, sinir süreci sakince atlatmak için, haftanın da teması - niye bilmem - Sade olmuşken, size destek molası veriyorum. Her şey için 1 saat 15 dakika yeter de artar bile. Bu şarkılar ve bütün notlar eriyecek! Ve siz ofisten daha bir hafif çıkacaksınız.


Haydi hayırlı cumalar!





*TGIF

Amsterdam Tefrikaları - 6

Ve sabah uyandığımızda içeriye süzülen ilk ışıkla camın sırrı ifşa oldu...

Nihayet seyahatimizin son gününe gelmiştik. Bavul yaparken sakız gibi uzayan bir gecenin ardından son güne uyandık. 

Haftanın Başı Tatilin Sonu


Öğleye dek yapmam gereken, bir klişeyi aradan çıkarmaktı. Dolayısıyla ilk iş Rijksmuseum'ın önündeki meydana yollandık. Tabii ki I Amsterdam fotoğrafından bahsediyorum. 


Siz gözünüzü yormayın bir de buradan...

Bir patronumun kısaltmasını öğrenen Şuşu'nun yaratıcılığı için...


Önünde bir dizi fotoğrafımı çektirip rahat ettikten sonra aklımda kalan son bir sahneye bakmak üzere meydanı boylu boyunca geçmeye koyulduk. 


Gelgelelim gittiğimizde her yer kapı duvardı ve o an kulağımızda beylerin sesi çınladı. Meğerse Amsterdam'da hafta pazartesileri öğleden sonra başlarmış. Halbuki bir gün önce uğrasaymışım, tur bile yapabilirmişim. Gel de ağlama!

Kimileri içinse hafta çoktan başlamıştı da yemek vakti gelmişti

Amsterdam şu an kadar gittiğim şehirler arasında vitrinlerinde en çok şey beğendiğim yer oldu. Renkler, objeler, kesimler vs her şey harikaydı. Mimariden anlamamakla birlikte... iri pencere benim için tamamdır. Ama...

Olmuş mu şimdi bu ikisi yan yana?! Kızıyorum işte böyle!

Nitekim Concertgebouw'un kapılarından payımızı aldıktan sonra ne zamandır ertelediğimiz komşu ziyaretine geçelim dedik. İlla bir benzetme yapacaksak Amsterdam'ın Central Park'ı sayılabilecek bu koca yeşillik oldukça ferah güzel bir yer. Tabii ki biz tamamını yürüyemedik ama gezdiğimiz kadarı oldukça keyifliydi.


Bir zamanlar film müzesini ağırlayan park o esnada onların taşınmasına sahne oluyordu. Böylelikle hesaptaki son ziyaret de programdan çıkınca kendimizi yürüyüşe bıraktık. Biraz ileride bir grup hanım kızımız renkli salopetler - pek çok şey gibi anlamadığımız bir şekilde - içinde birtakım ağaçlara bezler bağlıyordu. 


Biraz onları seyre daldıktan sonra vaktin yaklaştığını fark edip bavulları almak üzere hostele döndük. Hostelden çıktıktan sonra bir de ne görelim. Hani size şu iri pencerlerin hikayesini anlatmıştım ya. Bakın nasıl oluyor...


Biraz daha yakından...


Bavullarımız elimizde Leidseplein'e kendimizi vurduğumuzda, son bir kahve fikrinin çekiciliğinden kendimizi alamayarak Bulldog'da son bir mola verdik. 


Son bir sükunetle meydanı izlerken ikimiz de aynı fikirdeydik. Şapkadan çıkan bu tatil bize çok iyi gelmişti. Ve yolda bir başka tatilin daha bizi şapkada bekliyor olduğundan henüz habersizdik...

Son S/Göz 
(kusura bakmayın ama o kadar leş slogandan sonra bana da bulaşacaktı tabii, ya ne olacağdı?)



24.05.2012

Geçen Pazarın Şiiri - 34



Neyin kokusu ki
Bu geceye sinen?
Karla silindi birden
Günlerce hava 
Sindiği yerden.
Ve yeniden canlandı 
O geçmiş günler.
Bir esti bir geçti o koku.
Ama hatırımda
Demir gibi sağlam adımlarla
Duruyor tortusu.
O geçmiş zamanların
Sesi soluğu hiç
Kesilmiyor.
Ne aklımdan ne kalbimden 
Kalkmıyor izleri,
Yaşam devam etmeli oysa ki.
Uzaklaştıkça
Unutulmuyor.
Yanındayken de gelir
Yakana yapışır özlem.
Ama kimyası bu hayatın.
Eskitmek, yıpratmak
Ve yenilere acıkmak...


Amsterdam Tefrikaları - 5


Neredeydik bir hatırlayalım... Efenim ani bir kararla ekibe katılıp Amsterdam'a sürüklenmiştik. İlk günü migrene kurban vermiştim ve bedelimi ödeyip fişimi aldıktan sonra hızlı ve yüklü bir tura girişmiştim. Güzel pembe bulutlar eşliğinde Amsterdam'ı turladığımız güzide bir ikinci gün sonrasında üçüncü günün sabahında artık sıra özlenen tanıdık bir yüze gelmişti...


Amsterdam'da Bir Pazar -1




Ben de sanıyorum ki o yüzü bir ben tanıyorum. Kırk yıllık Uraz'ımıza Emre diyeceğim tuttuğundan Şuşu'nun meğer eski sınıf arkadaşı olan Uraz'la karşılaşması ağızlara layık bir sürprize dönüştü. Ancak aç karnımı kesmediği için biz hızlıca şu bahsi geçen kahvaltı mekanına geçtik.


Bu manzarayı seviyorum ya! 

Hizmetin hızıyla lezzeti doğru orantılıydı ve şükürler olsun ki benim için lezzet hep ön planda olmuştur... O yüzden size küçük bir üçleme sunalım sırasıyla:


-1-


Tanıştırayım: Elma - Vişne - Limon 
ve içindeki görünmeyen sevgilileri tarçın ve zencefil... 
Vişne bu dönemde tek takılıyordu...


-2-




Kiş bildin mi canıms? Ben aristokrasinin kişini severim... :S


-3-



Ve bunu kaçırdığım için o denli pişmanım ki...

Çıktığımızda sayın Onurlu'nun hasretlik cigarası gibi uzun uzun dillendirdiği pis Amsterdam yağmuru başgöstermiş idi. Ama biz yıldık mı, üzüldük mü, pes ettik mi? ASLA! ZNS'nin yaptığı tek şey kendine göre birşey bulmaktı ve ilk köşe bakkalında - evet bildiğin bakkal - onu ellerinden tutup kendine çekti...

Aradığı aşkı bulmanın anlamsız haklı guruyla...

Rotanın devamında Uraz bizi iki kitabevinin kollarına bırakarak ufukta kayboldu. Ve devamında biz yine otuz kelebek ömründe vakit geçirip zihin tüketiyorduk...

İşte bizim gibiler için hazırlanmış bir köşe...

Adamlar yüzyılın kitaplarını seçmiş ve ben esas orada tüketemedim ya bir otuz ömür daha, içimde ukde kaldı.

Bu kadar kötü çektim ki siz de bilemeyin... :S

Ve sonra da sonu gelmeyen Prinsengracht yöresi tatlı dükkan turumuz başlamıştı. Benimse ilk verdiğim mola hüzünlü bir özlemi gidermek içindi...



Uraz bizi bırakırken bir de görev verdi, Herensgracht üzerinden yukarıya tırmanarak ufak bir manevrayla ulaşacağımız bir apfelstrudel mabedine gidecektik. Biz de kanal kenarından tırmanırken Anne Frank Huis'ye uğrar mıyız diyorduk ki...

Pek sanmıyorum ya...

O sıra ne arkadaş, görüp göreceğimiz ne ki. Giderim evime okurum Yasin'imi... :S Tamam tamam gördüm yüzünüzdeki ifadeyi. Toparlanın, daldınız mı diye kontrol ettim. Hasıl-ı kelam ben o sırayı bekleyeceğime elmalı turtama koşarım arkadaş! Nitekim Onurlu Bey ve Mert Bey bize katılınca öyle de yaptık. Yolda Mert Bey'i günün akışına kaptırdıysak da biz yolumuzdan sapmayarak nihayete erdik. İyi ki de erdik!


Kremanın alnından çekmeseymişim iyiymiş

Yani kimse kusura bakmasın da ben oldum bittim bayılmam elmalı turta muhabbetine ki bu gördüğümüz de kek bi kere! - Yahu kim niye kusura baksın ayrıca evet ben turta-kek-tartolet ayrımında kaybolan şekilciyim - diye söze başlıyordum ki kapıdan içeri girdiğimizde ne görelim. Karneyle ekmek dağıtılıyor adeta. Ne o sıra biter ne içerideki oksijen yeter. Pis yağmuruna aldanmadan kendimizi yan bahçeye bir branda altına attık. Ve takriben 15 dakika sonra kendimizden geçercesine yukarıda gördüğünüz keyfe daldık. 
Önemli not: Ola ki bu olmadık tarifimden kafeyi ve yerini çıkarıp denemeyi başaracak olursanız biz iki kişi olarak bir taneyle yetinebildik, hata kaza birer tane söyleyip kendinize yazık etmeyesüz!


Çünkü faytonsuz olmaz bu şehirler...

Her güzel şeyin gibi bu aranın da sonu geldi ve son bir gayretle merkeze döndük. Bu dönüş yolunu bitirip de yemeğimize oturuna dek anlamsızlıklar silsilesi sürüyordu. Sona doğru hizmetten kaçınmadım, size bi best of yaptım. 


Ve an gelir ben mutluluktan ağlamaklı olurum

Nitekim en sonunda yorgunluktan süzülerek şu her yerden ilanları sarkıtılan rib kampanyasına alet oldum. Yani işte, falan filan. Hiç şart değil, öyle diyeyim ama turistim ya, yapıcem illa ki. Ama en son verdikleri şekerler yok mu? Ah o slogan! İşte şimdi seçmelerin yeri geldi!

Saçmalardan Seçmeler

Büşü'nün deyişiyle: Kamon ya!

Ne ki bu ki serisinden...

Sadece bir gün mü? Aaaa! (öyk)

Adamı çirkin espriye zorlayan manzaralar...

Kim bilir, belki Osmanlı'dan kalmıştır... 

Töbe bism...

Ya nedir bu anlamsız çıkartma trollüğü 
(evet en son ilkokulda çıkartma demiştim)

Ve gece biterken domuzlar saate bakıyordu... Çok geç olmuştu.




Düşer Gibi / No Ordinary Love



Kimi an olur harika bir kadraja açılır gözün. Harika bir hikayeye. Aynı alelade bir güzellik gibi hatalı ve olduğu gibi. Detayına değil, oluşuna verirsin gönlünü. Özel gelir ama hiçbir ipucun yoktur. Çünkü gözün gördüğüne değil kulağın duyduğuna vurulmuşsundur. 
Bildiğinle duyduğun karşı karşıya kalır ve sen kavrulursun. Alamazsın kendini dinlemekten. Bazen bile bile göze paydos verirsin ve kendini derinden derine düştüğün sese bırakırsın. Tüm çirkinliğiyle günün aktığı yerde sen bulduğun o küçük, içine işleyen parçaya sarılırsın. 

O anda araya düştüğün bütün isimler, o anda ardına düştüğün bütün imgeler, o anda düştüğün bütün acılar ve boşluklarla başbaşasın. Çaresizsin ve daha korkmaya başlamamışsın.
Düşmeye vardığın o kısacık andasın. 
Her ruhunu zamana teslim etmiş ademoğlu gibi, o anın uğruna kendini boşluğa bırakırsın.
Bırak gitsin, zamanın tüm kirleri üzerinden aksın.
Gün olur belki sen de yeniden arınırsın, sen de o ilk ışığa uyanırsın.
Ve baştan, her şeyi hiç olmamış gibi en başından alırsın.





Bir tek ben değil, bir tek ben lanetli, bir tek ben kurtulamayacağım tüm kederlerden... Bir tek ben çözülemiyorum sana düğümlendiğim yerden.




* Çizim: Erinç Karğan

22.05.2012

Walla Sweetest Taboo

I feel you girl, I really do!





plus loved those costumes
minus that irritating guy you're dreaming about...

Nerdeyse Mola!

Vakti gelmişti bişilerin...

Bu engel olamadığım aptal umut senelerdir yerleşmemişti içime. Ama iyiye işaret, artık daha az koyuyormuş. Neredeyse büyümekten yaşlanmaya geçtiğim şu anlara sevineceğim... Neredeyse şu an Adriyatik'i yüzerek geçeceğim. Hem de bir hiç uğruna! Hey gidi ergenlik, demek ki illa nüksedecek bir parçan kalıyormuş derunda...





* O diil de resimdeki neydi yahu?... :S

-plan-


John için hayat, sen onun  için planlar yaparken başından geçenlerdir.


Benim için plan, hayatımı yaşarken beni her daim yolda tutan şeydir.


Ve hep yeni bir noktadan başlayıp bambaşka bir noktaya bağlanan, hiç olmadık anlarda bir anda parlayıp kaybolan yüzlerde soluk bulan, sıcak ve soğuk havalarda aralıksız esneyip uzayan bir şeydir. Hayatın ta kendisidir ve en büyük ortak yanları evrimdir. Her daim fiziğin ve bilimin üstündedir. Sonu gelmeyen evrilmeler içindeki gidişidir.


18.05.2012

Geçen Pazarın Şiiri - 33


Düşünmeden, bilmeden
Bir gemiye binmek,
Serin rüzgarlarında
'Ada' şafağının...
Yanımda en yasaklı aşkım.
Sere serpe yatmak kollarına,
Kollarında kaybolmak...
Bir senfoni bulutlardan,
Tuzlu bir rüzgar dudaklarda 
Şarapla karışacak.
Ve bembeyaz martıların
Kanatları altında öpüşürken
Güneşi utandırmak,
Kaçırmak bir bulutun ardına.
Ağlatmak buram buram bulutları,
Yıkanmak çırılçıplak yağmurda
Ve asla dönmeyecek kadar cesur olmak...

...fısırfısırfısırfısır...


Fısıltılardan bir yol yükseliyor ileride. Aydınlık girişinin ilerisi görünmüyor. Hatta ışığında minik gölgeler titreşiyor. Şimdi o kapıdan yine de girmeli mi?
Bir kapıdan girmek için tam olarak ne gerekiyor?
Ne bilmeli? Neye hazır olmalı? Ne beklemeli?


Bir fanus var şimdi, çok güzel bir fanus. İçinde her şey yolunda gidiyor, herhangi bir ademoğlunu mutlu etmeye yetecek kadar. Ve bir de dışı var fanusun. Ama o dışarıda ne asılı havada bilinmiyor.


Gitmeli mi kalmalı mı klişesinde bir 1002. perde oynanıyor ama önceki 1001 defa hiçbir şeyi kolaylaştırmıyor. Kaldı ki nereye gidiyorsun? Neyin peşinden gidiyorsun?


Güç bizimle olsun...


17.05.2012

Tozlu Hıdrellez...


Düşen her parça senin için.


Lütfen bir kez daha olsun.


Lütfen 'o' 'sen' olsun.


Kök salan tüm gerçekliğimin çatlaklarından sen sızıyorsun.








*Fotoğraf: Flickr's The Welch Poppy


Mola! Tersten...




Bir anda tüm yağmurlar içime yağmaya başladı.


Kimsenin yapabileceği bir şeyin olmadığı bir andı ve an sonsuza dek esnedi, esnedi, uzadı.


Bütün doğrularım, bütün gerçeklerim da onla uzadı. 


Dev aynalarında dağıldı ve bulandı su. 


Suda dağıldı ışık ve takip edeceğim gerçek artık her yerde karşıma çıkan bir illüzyona dönüştü.


Şimdi içimdeki parçalar su yüzüne çıkıyor. Bir anda kulağıma değen gelişigüzel kehanetler gerçeğe dönüşüyor.


Ufukta yükselen griliğin korkulu kokusu sardı ovayı. Fırtına gelecek, bir kez daha savuracak ve illa ki bir kez daha güneş açacak.


Güneş toprağa yeniden vurduğunda ortaya çıkacak manzara, geriye kalacak talan, aralarından süzülerek yeniden kurulacak tüm ihtimaller... beni çok korkutuyor.


Korkunun da ecele faydası yok hani, ama işte insan düşünmeden, bu hallere düşmeden edemiyor...






11.05.2012

Mola! She's Got A Ticket To Ride!

Hanımlar Beyler! Bana müsaade!

Uzun süredir bekleyip de bulmadığım huzuru arayışta sınır tanımıyorum. 'Belki bu defa...' bizim lafımız, o da malum.

İçimde çok güzel bir his var, benimle olunuz.

Aradaki 4 günde uslu durunuz... ;)