26.08.2011

Sevdiğimiz Buluşlar


Dünyada derman bulunacak dert çok, malum.

Gel gelelim böyle günlük hayattan saçma ama mühimli mevzularda icat çıkarmıyorlar mı, bayılıyorum!

Bu bahaneyi telefonda kullanıyorduk, teknik imkanını da geliştirmişler.

Buyrun efendim: http://neddyy.net/docs/

................


Çok garip bir şey oldu.

Çok üzücü ve garip bir şey oldu.

Çok talihsiz ve acı bir şey oldu.

Talihsiz demenin ayıp olacağı kadar acı ama bir gün herkesin beklediği bir şey oldu.

Bu daha önce bana da olmuştu.

Ama bu defa canım kadar sevdiğim bir insana oldu.

Dün sabahtan beri düşünmeden edemiyorum.

Sanıyorum böylesi sanki bir yandan benim başıma gelmesinden daha zordu.

Kifayetsizliğimden çıkan tek söz huzur içinde uyusun oldu...





Bursa'da bir kahve şimdi öksüz.
Tüm kahvelerin başı sağolsun....

22.08.2011

Enfes: Serendipity

Tesadüfen keşfettiğim John Cusack'se,
                  oyunu tadında bırakır, hayata dalarım!

Muhtemelen yaklaşık 4-5 yıl evvel, beni çok iyi tanıyan bir arkadaşım tavsiye etti. Önce senelerce filmi bulamadım. Hayır torrent'i denemedim, evet ben internet özürlüyüm, evet bunu yapabilecek arkadaşlarım vardı, istedim ama ikimizin de bunu hatırladığı anı denk getiremedik... Böyle sürüp giderken bir gün olmadık bir çiftin ziyaretinin ardından Kadıköy'de bir dükkana girdik ve ben - her zamanki gibi - şuursuzca dolaşırken... oradaydı ve bana bakıyordu. Tamamdır! dedim. Vakti gelmiş demek ki, kendi buldu beni, hemen aldım.

Sonra eve gittim ve film izlemek için geç bir saat olmuştu.
Hayır ben gece geç vakte kadar ayık kalıp film izleyebilenlerden değilim. Aslında ben evde bir şey dinleyip izleyebilenlerden değilim ama bu bir başka girişim konusu...

Ama gel gelelim o eşref saati beni uzun bir süre bulamadı. Çünkü yine aynı arkadaşım bu filmi bulduğum dönemin izlemek için uygun olmadığını söyledi. Çünkü garipçe bir ayrılık dönemindeydim ve film zaten takıntılı halime fayda getirmeyecekti ve ona saracaktım. / İdeal arkadaş desteği böyle olsa gerek...

Sonra aylar geçti ve kendimi izlemeye hazır hissettim. Evet ben filmlerden ve etkilerinden korkan biriyim, hayır aslında hiç çıtkırıldım değilimdir. Fakat günlerden o gün filmi bir arkadaşımla izleyecektik ve eve gitmiştik ki dvd oynatıcısının televizyon bağlantısının bozuk olduğunu fark etti. Sonra bulduğum bir dizi çözüm bir dizi sonuçsuzlukla nihayete erdi ve başka bir film izledik.


                                                               'Serendipity'                      Lynne Taetzsch



Ve yine aylar geçti, ben ertelemeye devam ettim. Ta ki bugüne kadar.

Bugün teyzemin geçirdiği mini diş operasyonunu bahane ederek, Ece'nin bana devrettiği spor üyeliğini - bu da bir başka hikaye - başlatmayı bayram sonrasına bırakma kararı alarak ve iş çıkışı çayını uzatmayarak vakitlice eve gelmiştim.
Yemek hazırlığı tadında bir zamanda bitti ve teyzemden film izleme teklifi geldi.
Fırsat bu fırsat dedim ve Serendipity oynatıcıda yerini aldı. (O an telefonum çaldı ve Jelibon önceden sözleştiğimiz kahve için beni aradı ve ben reddettim. Üzgünüm Jeli'cim ama artık izleme vaktim gelmişti...)

Louis Armstrong'la başlayan hiçbir film kötü olamaz! (Lütfen beni çürütmek için zahmete girmeyin, zihnen bile... Derin bir nefes alıp bunun alelade bir yazı olduğunu hatırlayarak kendinizi akışa bırakın... İşte böyle...) Ve ben de filme bıraktım...




SONUÇ: Hayalkırıklığı değil, bir sevinç patlaması da değil... Belki büyük beklenti, belki uzun sürmesinden... Ne bileyim... Güzeldi işte. 

Belki takıntıda kızın aynısı olmamdan ama o zaman eski heyecanlarıma kapılmam gerekmez miydi? Belki - dilim varmıyor ama - gerçekten yaş ilerlemesi böyle birşey...

Ya da sadece alışkanlık. Obsesif arayışımın yarattığı duygusal alışkanlık. Bir nevi ruhumda romantik komedilerin yastık izi oluştu belki. Yeri belli ve eski heyecanı, yer arayışını ve yerleşimini yaşamıyorum o yüzden. Kim bilir?

Ya da sadece teyit almakla aklımı kaybetmiş olduğumdan bu sakinlik. İşaretler çılgınca bir yoğunluk içerisinde üzerime yağıyor son 4 aydır ama kendisi gelmiyor. Belki bu sadece fırtına öncesi sessizlikten.

Ama sanki benim serendipity yolculuğum daha çok şuna benziyor:



SON NOTLAR:

  • Kate Beckinsale çok güzelmiş, kabul.
  • New York'um geldi.
  • John Cusack sizce de 90'ların Ted'i değil mi yahu?! Bir geç keşif daha kendisi...
Bravo ZNS, çizginden şaşmıyorsun...




Bu arada torrent, dvd vs bir yana, senelerdir youtube'daymış meğer :S Benim gibi acı çekmeden izlemek isteyenlere işte başlangıcı. Devamı size kalmış...



18.08.2011

Geçen Pazar'ın Şiiri - 8


öğretilmişti çocukluğumun 
en çocuk zamanında
dünyanın elma şekeri gibi
yuvarlak olduğu
oysa anlamama daha
üç hicran yarası vardı
kabuğunda çocukluğumu taşıyan
ama biliyorum şimdi
dünyanın tam bir kucak gibi
yusyuvarlak olduğunu
çünkü ne zaman bırakıp
aşkını başka gözlere koşsam
yine de vardığım yer
kolların oluyor








*Resim: Lesley Spanos




17.08.2011

İleri İnsan Manzaraları

Sonra kendime dedim ki:
"Derin bir nefes al... nefes ver...al...ver..."

Zaman zaman kulağıma inanılmaz yorumlar çarpıyor. Yani öyle ki nutkum tutuluyor. Bu defaki performans ilk ona girmese de yazmadan edemedim.

Karşılaştığımız şeyler hakkında yorum yapmaya ve bunun üzerinden sürdürülebilir şakalar yaratmaya bayılıyoruz. Bu gerçek. Zaman zaman keyfiyen olayın aslından uzaklaştığımızı bilsek de sırf aklımız gezinsin içimizi dökelim diye buna göz yumduğumuz da bir gerçek. Bunu hepimiz yapıyoruz. Eyvallah.

Ama gün geliyor sosyal içerikli hayıflanmalar aklımı başımdan alıyor!

Olayın geçtiği yerde televizyonda hanımların karaçarşafta olduğu ülkelerden birinden bir görüntü peydah olur. Hanımlarla birlikte üretiminden kaçınılmamış kalabalık bir nesil çocuk da belirir.

Ekranda akan habere şöyle cin bir hayıflanma eşlik eder: "Niye hala doğuruyorsunuz? Bu kadar çocuk mu yapılır?"

DUYDUK DUYMADIK DEMEYİN KENDİ KENDİNE ÇOCUK YAPAN KADIN BULUNDU!

Ya da nüfus artışına ve çarşafa kapatılan kadınlara üzülecek ancak üremenin/doğurmanın öyle bir toplumda sadece kadınların insiyatifinde olduğuna inanacak parlak zihin bulundu...

Seç beğen al...

Ne yazık ki devam edecek...

Bakımın Dayanılmaz Hafifliği



Oje yahut el kremi reklamlarını bildiniz mi? Muhteşem elleri izlediğimiz reklamlar, elin sahibini de el gibi hayal edersiniz hani? Birşey söyleyeyim, o kadınlar bana benziyorsa hayal kırıklığı yakındır.

Ayıptır söylemesi ellerim pek güzeldir. Ama gel gelelim Allah verigsine bir gıdım katkı için nasıl üşeniyorum! Dürüstlükten ölmedik ya! Yani masajından kuaförüne, alışverişinden modayı takibine bu bir meslek olmalı! Evet yahu kadınlık bir meslek olmalı! (Kimileriniz için öyle biliyorum ama o anlamda demedik herhalde!)

Her neyse ben de modern ofis yaşantısının kollarında ruhumu bakıma doyurayım dedim. İyi ki Body Shop var!



Markafoni de fena değilmiş :D


12.08.2011

Enfes: Havada Kalan Son Nokta...

"Dans da yağmur da durmuyordu
                 ...ve ben aptalca gülümsüyordum"

Hayat dediğin hepimizin başından geçiyor. O yüzden şimdi üstü kapalı anlatacağım şeyi çoğunuzun açıklıkla anlayacağını düşünüyorum.

Güzel ve buruk hikayeler olur kimi zaman, yaşaması güzel bitmesi sakin bir hüzün içinde olur. Hem çok nettir kimi zaman her şey, hem yine de havada bıraktığınız bir son nokta olur. Bazen yeterince şanslıysanız, uzun zaman sonra da olsa, bir şey duyarsınız. O havadaki noktayı kağıda konduruverir bir cümlede.

Sizin için hayatınızın en güzel zamanları, onun için de öyleyse, bu öyle anlardan biridir.

Bazen böyle bir an, geride kalan her şeyden daha enfestir.





Tüm bu sükunete rağmen, kimi an olur ki içimden minicek fırtınalar kopar olur. O anların hikayesi için gelsin:

11.08.2011

Yol Yordam Bilmeyenlere!

Eğer ne yapacağınızı bilmiyorsanız,
Daha fenası anlatsalar da anlamıyorsanız,
Ne istediğinizi bilmiyorsanız,
Defalarca kendinize sorsanız da bir cevap alamıyorsanız,
Çıkışa kadar size eşlik edecek bir cevap vereyim.


En azından:








Geçen Pazar'ın Şiiri - 7



Savurduğu rüzgarlarla
Bir mükafat aşk bana
Sereserpe bir yerlerde
Oldukça uzağımda
Bir kaderse şans eğer
Aşk sonbahar rüzgarlarıyla
Böyle bir şehirde bulur beni
Kışın ağaçlardaki çıplaklığıyla yaşanır
Yarım kalan onca sözün ardından
İnanmak böylesi bir hikayeye
Belki biraz saflık ister
Ya da el değmemiş bir kalp
Bense yoksun olmakla birlikte hepsinden
Bitmeyen bir şaşkınlık halindeyim
Olsa olsa böyle bir anımda çarpar
Dillendirilen sevda beni
Neyse bana yazılan
Gülmekse aşkla
Yaşsa aşkla
Susmaksa aşkla olsun
Hep aşklar olsun
Her zaman hemen yanı başımda
Aşık bakışlarla yaşansın hikayeler
Bir dua dökecekse dudaklarım
Ancak böylesini heceler

Mola! Yaz Yağmuru

yaz yağmuru ve bir rahatlama egzersizi...

Kimse kızmasın, ben yağmuru pek severim, hele de yazın yağarsa. İçimdeki liseli hala ölmemiş demek ki! Ama şimdi birbirimize karşı dürüst olalım, trafiği çıkarın aklınızdan, toplantı öncesi bacağınıza sıçrayan çamuru da... Rahatlayın.



Derin bir nefes alın...

Şimdi bir pencerenin arkasındasınız, güvenli bir battaniye altında...

Kahve kokusunu duyuyor musunuz?

Camdan yağmur altında ağaçlara bakıyorsunuz, belki arkasında bir deniz var...

Omzunuza bir el dokundu, sarıldı belki, kim olabilir acaba?

Rahatlayın...

Tüm o nemden sonra yaz yağmuru bunun için var :)

Şimdi bunu aşağıdaki parça eşliğinde tekrarlayın...


10.08.2011

Mola! : Ağrı Dağı'ndan Uçtum

Bazı fenomenler var ki yalnızca dilden dile büyür ki bu yöntemi şu yaşımda ve yüzyılda hala büyüleyici bulurum. Siya Siyabend'le tanışmam da bu yöntemle olmuştu. Sıradaki mola onlardan gelsin.



Hatırlattığı için Emre İlhan'a teşekkür ederiz =)

9.08.2011

Bohçadan: Rozetler Cumhuriyeti!


İşten kaçıp zihnimin içinde dolanırken avare, elim çekmeceye gitti. 


Aaa bir saniye, haksızlık etmeyeyim, o noktada çalışmaya konsantre olmuş kalemtraş arıyordum.  (Halen bilgisayar yerine eski usül kağıt-kalemle çalışmama şaşırabileniniz var mı?!) Tam bir kendini kandırmaca oyunuyla olmadığını bile bile yine de bakmak için elim çekmeceme gitti. Önce hafif araladım, şöyle bir yokladım ortalığı. Sonra talan düzenini sükunetten uzak yöntemlerle alt üst ettim. Halen daha yoktan var/vardan da yok edilememe teorisi çürütülmediğinden, tabii ki orada değildi.


Ama en az kalemtraş kadar ortaokul yıllarına ait bir başka şey buldum. 
Ortalığı gelişine elimi sallamak yöntemiyle talan ederken, tıkırdayan bir kutu çarptı gözüme en dipte. 
'Ne vardı yahu bunda?!' 
Ne olacak ilk gençliğim! 


Kendimi rozetlerle ifade ettiğim zamanlar çıktı o kutudan! İşte o rozetleri izlemektesiniz efendim. Hangisine daha bir gülümsedim bilmiyorum. Kendime seçtiğim rozetlere mi, bir zamanlar bunlardan 30 tane takıp delik deşik ettiğim çantalarımın anısına mı, yoksa o zamanlarki seçimlerimin bugünümü birebir yansıtmasına mı...


Bir tanesini seçip onla özetliyorum bu haftanın halet-i ruhiyesini ...




Not: Merak etmeyin yaş henüz gözlerimize vurmadı ama benim ellerim titriyor, o yüzden okuyamadınız. Şair bu rozetinde demiş ki: 


"Ben aslında her şeyi bırakıp tatile gitmek istiyorum!"







Enfes: Roberto Bolle değil ama Arkadaşları!

Hiç bozma öyle dur...!

Temmuz ayında misafir ettiğimiz Bay Bolle ve kaslarını henüz hiçbirimiz unutamadık. Yani en azından ben! Özellikle iki başlıkla salınıyor zihnimde, muhteşem bir vücut ve hayalkırıklığı yaratan bir performans...

Bu konudaki yorumlara ilgilileri doymuştur, özetle Bolle'den çok arkadaşlarına hayran kalanlardanım ben de. Tabii dansta böyle. Allah vergisi performansta herkesin yeri ayrı ... öhm...


Sanattan devam edersek bir performans vardı ki kendimi kaybetmiştim izlerken. Neden sonra internette aramak geldi aklıma, bulduğumda çocuklar gibi şen oldum ve işte burada sizinle de paylaşmak istedim.

Ben böyle şeyler izlemek istiyorum arkadaş! Buyrun...

Alicia Amatriain & Jason Reilly'den Mono Lisa - En Unutulmaz -


BONUS: Bunu sevenler en beğendiğim iki diğer performansta da bana katılırlar mıydı?

Bubeníček kardeşlerden Les Indomptés - En Etkileyici -


Jason Reilly'den Ballet 101 - En Eğlenceli -


Bu da Bolle'ye doyamayan klasikçilere gelsin:

La Bayadere Pas de Deux
(Sizlere kıyamadığım için masraftan kaçınmayıp La Scala'dan bir performans paylaşıyorum...)




Hey gidi!




8.08.2011

Annemler Röntçü Oldu :S


İnşaat sektörü dağı tepeyi emip bitiremedi henüz ama salyalarını şehrin merkezine de akıtmaktan geri durmadı. Çoktandır hem REZİDANS keyfi yaşamak hem de öyle uzun yollar çekemeyecek abi-ablalar için Taksim-Beşiktaş vb merkezlerin ciğeri deşilir oldu.


Bu binaların civarındaki trafik durumu daha ne kadar büyük bir krize gark olabilir hesabına alıştık. Bir de işin vakti zamanında manzaralı merkezi ev yatırımı yapan hemşehrilerimizi yıkması var. Ancak bu rezidansların bizim salonun ortasına düşmesinin sebebi bunlar değil. Zaten bir manzarası olmayan -2.katta-bahçeye açılan-evimizin ışık alan tek cephesinin gölgeye gömülmesi. Ancak başta kıyamet koptuysa da binalar yükseldikçe evdeki isyan bayrağı daha da görünmez oldu. Zamanla bizim evin devrimci ruhunu Türk'lerin inşaat meraklısı esintisi aldı.

Bir cumartesi sabahıydı - hiç unutmam - bir kahvaltı heyecanıyla salona girmiştim ki ne göreyim! Annem de teyzem de almışlar birer komik dürbüncük camdan dışarı bakıyorlar. Çocuk bin yaşına da gelse ailesi travma yaratabiliyor demek ki... Bir baktım ki harıl harıl çalışan bir inşaata cangözüyle bakılıyor salonun ortasından. Ben işçilerle ilgili teorime geçmeden duvarların yamuk olduğu vb yorumları başladı da, yüreğime su serpildi!

O gün bugündür dürbünler ortadan hiç kalkmadı. Evde dönen bahisleri halka açsak köşeyi dönmüştük. Şimdilik berabere gidiliyor. Bakalım kaçıncı katta duracaklar? Son katta tüm dengeler değişebilir, takipte olun sayın seyirciler!



7.08.2011

Tatil Ruhun Hamağıdır...



"Yıllar oldu tatil yapmadım"
Beyazyakalı çalışan güruhuna dahil olup da tatile çıkarken bunu söylemeyenimiz yoktur. Aradaki şirket gezileri, haftasonu kaçamakları ve kötü geçen izinleri saymayız çünkü.
Ben her sene muhakkak tatile çıkarım, üç kuruş parayı denkleştirip görmediğim bir yere koşturmaya giderim, ama yan gelip yatma tatili... Aile ziyaretiyle bir arada eritilen bir haftasonundan öteye gitmez pek.
Sıkıntı basar çünkü, yan gelip yatmak batar bana. Hani yatmasam dünyaları kurtaracak bir kahraman olduğumdan değil de, zamanında aylarımı bu tatillere gömdüğümden.


Hasıl-ı kelam, 2003'ten bu yana gezdiğim pek çoktur, ama blok zamanlı İstanbul'dan ayrılmışlığım (WAT ı saymazsak) 5 günü geçmediydi. 


Bu sene Bozcaada'dan girip, Assos Kozlu Köyü'nden çıktım, 8 günümü aldı. Son 3 gün atölyedeydim ama olsun, yan gelip yattığım da oldu yine... Çok eğlendim, çok düşündüm, İstanbul'la pek özleştik. Şimdi yeniden fabrika ayarlanarına dönme günündeyim. 


Döner dönmez senelerdir tatil yapamayanlara işin sırlarını vereceğim, zira tatil ruhun hamağıdır. Biraz güneşe sereceksiniz ki yıl boyu gerine gerine giyesiniz.

5.08.2011

Geçen Pazar'ın Şiiri - 6



bir ihtimaldi mutluluk
bizse deneyemeyecek
kadar korkaktık
belki bu yüzden
biraz da vakitsiz solduk
her ayrılığa bir suçlu
aranır oysa paylaşılan
hata değil sevdadır
biz belki de bunu
gözden kaçırdık
tüketilmeyecek
tek şeydi aşk
içinde savaş olmayan
tek zaman
galiba kendimizle savaşmaktı
bize bunu unutturan
oysa biraz da bizden
kaçıp tutkulara sığınmaktı sevmek
ama biz bunu
söyleyemeyecek kadar
susmuştuk

4.08.2011

Savulun Erenler! ZNS Tatilde...


Her şeyin tefrikası olur da tatilin olmaz mı? Onun da gelecek, hatta mini bir fotoromanla! O zamana kadar dinlenelim....