31.10.2011

HIMFS...


Henüz ne neşemi, ne kelimelerimi ne de iyimseriğimi toplayamadım.

Ve sabaha karşı rüyamda yağan yağmur hala içimde sürüyor.

Gidenler geri gelmiyor ve yenileri henüz kapımı çalmış değil. Eski bir koku geldi yapıştı zihnime, çıkmıyor izi.

Ama yarın yeni bir gün.

Yarın bu mahsunluk değişebilir.

O zamana dek dinleyin, sakinleşin, ruhlarınızı el ele verin. Geliyorum...


28.10.2011

Geçen Pazarın Şiiri - 17,5



Sonbahar rüzgarlarıyla
Ara sokaklarda kilise çanları...
Yine aşkları sürüklüyor,
Yüzleri yaklaştırıyor...
Benim içimde
Tüm pencerelerim açık kalmış.
Serinlikler kırıklarımı
Süpürüyor.
Kağıtta gidip gelen
Kurşun kalem sesleri...
Yeni bir hikaye için
Güne umutlar doğuruyor
Ve ben kendi adıma
Bir tane tutuyorum ki
Bambaşka bir sükunet
Çöküyor ellerime...
Masalarda fısıltılar..
Kaldırımda bozuk paralar..
Bu semt bana
İçimi ısıtan filmleri hatırlatıyor.
Yeniden canlandırıyor.
Her gün sabırla taşıyor adımlarımı.
Adımlarım sokak sokak
Sıkıntımı dağıtıyor.
Yolda gülümsüyorum kendi kendime.
Biraz hüzün biraz huzur...
Mahalleme güz ışıkları vuruyor.
Sonbaharın sesinde ne varsa
İçimi rahatlatıyor.
Tüm bir yılın ifadesinde
Ela gözler gibi güz.
Renkeleri konuşturuyor,
Ruhumu yeni bir dille
Buluşturuyor
Ve geçip gidiyor nihayet.
Benim de saklanma
Zamanım geliyor sokaklara
Ve yeni rüyalara dalıyorum.
Kimbilir ne zaman
Biri gelip alacak beni bu mahmurluktan.
Yeni bir sayfa açılacak.
En mutlu zamanlarım kaydolacak.
Sonunda gözyaşlarım
Silinecek ruhumdan.

Geçen Pazarın Şiiri - 17



Upuzun sürerken günler
Sevdiğim şarkının en son
Satırına yetişmiş gibi,
Gömdüğün seneleri bir vuruşta
Döken bir şiirin tek bir
Dizesini hatırlayabilmiş gibi,
Seneler önce gitmiş
Döndüğünde zamanını geçmiş
Acılarını aynı bulmuş gibi
Döküldü bakışların omuzlarıma.


Vakit yazı vurmuşken
Ve ben yüzyıllık yalnızlığımı
Balkona kurumaya sermişken,
İçimdeki koca boşluğa neredeyse alışmışken
İsmim aktı dudaklarından.
Yeniden yıkandı ruhum sesinin sularında
Ve yeni daldığı uykudan uyanmış gibi
Gözleri kısık bir merhaba kopmuş ruhumdan.
Sabahın ilk ışıkları vurunca
Yarı aralanmış gözlere
Bir anda alna düşen sızı gibi
Yüzün yankılandı göz kapaklarımda...

Henüz yenik çıktığım bir savaşa
Yeniden,
Daha yaralar yerli yerinde
Apaçık dururken girmiş gibi.
Girerken tüm silahlarımdan
Arınmış,
Her şeyimle son bir darbeye hazır,
Yürüyorum sevdan üstüne.
Başım dik, yalpalarken kalbim
Son haykırışta
"Ya istiklal ya ölüm" der gibi.

Yani mühürlenmiş dudaklarımda
Ya sevdan
Ya da nihayet
Hayattan,
Yaşayabilmekten boşanan dirayet
Ve son kırıntıları da dağılmış
Sallanan bir kifayette sözler...
Yani en nihayet
     yarıda kalmış bir kalem gibi
  zihnin, zamanın ve
           onulmaz sızılarımın
                    sessizliğinde süzülmek
                                                   ...

27.10.2011

Suskun Hafta

Bu Hafta Sustum

Hiç içimden gelmedi konuşmak.

Hiç içimden gelmedi gülmek.

Hiç içimden gelmedi yazmak.

Ama diyemem ki hiç konuşmadım, gülmedim, yazmadım... Yine de elimden gelmedi paylaşmak... Biliyorum ki sizin içinizden de ne okumak geldi, ne de duymak neler düşündüklerimi, hissettiklerimi.

Bu hafta sarsıldık... Çok sarsıldık... Yine yıkıldı yürekler, biz belki uzaktan bir kez daha sıyırdık kurşunu. Ama isabet etmeyenimiz oldu mu yine de?

Ama birlikte bir kez daha rüştümüzü ispat ettik, hem de çok uzun bir aradan sonra. Eksiğiyle gediğiyle, kıymeti bilinmese henüz belki yerine ulaşmasa da gördük ki sandığımızdan çok daha fazla iyilik varmış, hala kalmış buralarda da...

Üzgün, buruk, acı ve gayret dolduk. Ağladık. Hem de nasıl, hem de ne çok, hem de el ele!

Biliyorum ki kötülükler sona gelmiş değil ama yine de topladıkları kolileri getiren minik elleri görünce, bir ince tatlı derin sızı girmedi değil yüreklere...

Ve daha neler neler...


21.10.2011

Şimdi Herkes Gitti...



Şarkının sustuğu bir anındayım sanki gecenin. Az önce burada kalabalıklar vardı, bitmek bilmeyen kutlamalar. Dün yoldaydık, bugün vardık ve şimdi onlar devam ettiler. Ben… Ben asılı kalıyorum zamanın anlamsız bir yerinde.

Bu benim dileğimdi. Bir dilekte bulunmanın anlamını bilmeden tuttuğunuz dilekler vardır ya. Sonra olduğunda beklemediğiniz bir halde yakalanırsınız.

Zamansızlık diledim ben. Geçmeyen bir zaman, büyümeyen bir ruh. Ve direndim zamana. Kanımın son damlasına kadar. Sandım ki çünkü hep öyle kalır. O an da benimle birlikte havada asılı kalır.

Sandım ki anlar kalıcıdır. Halbuki bir tek ben kalıyordum geride. Vapurun gerisinde uzayan dalgalar gibi geçiyordu her şey. Ve ben kalıyordum...

Kalıyorum, çok geride bazen, bazen de hemen ardında son bir sarılışın… Asılı kaldıkça uzuyor ruhum ve ben dileğimi geri alamıyorum. Almak istediğimden yine de emin değilim bir yandan. Suskunluk hakkını kullanıyor zihnim ve ben etrafından yollar, yıllar ve baharlar akıp giden şu halimi öylece oluruna bırakıyorum.



"Hayra yor, hayra çıksın"



Not: Daha iyi bir görsel versiyonu koymak isterdim ama buradaki yorumu bambaşkaydı...

20.10.2011

Günü kapatırken...


Akşamdan akşama değişiyor şehir.
Akşamdan sabaha değişiyor dünya.
Günden güne değişiyor ruhum.
Her güne yeni bir yüzle uyanıyorum.
Başımda ağır rüzgarlar,
Gözümde bıçaklar,
Ruhumda çiçekler kimi zaman...
Ağzına kadar özlem dolu kalbim,
Olur olmadık hüzün bu yüzden.
Yerli yersiz düşürmek dudaklarımı,
Akıtmak dudaklarım üzerinden yaşlarımı.
Birikinti birkinti
İçimin nemli toprakları.
Gereksiz bir yorgunluk
Ve yalnızlık duygusu...
Hiç geçmiyor içimden
Ölüme yatmak kuşkusu.
Gün içinde kaybedip bilincimi
Garip hallerde yakalıyorum kendimi.
Birinin ardından bakakalmışım mesela...
Kalabalıklar içinde, kahkahalar içindeyim...
Çoğu zaman bir masa başında
Artakalmışım günün götürdüklerinden,
Kıpırtılar baş göstermiş yer yer yeniden.
Ser verip sır vermiyor, kimin için bu hüzün?
Aşk için bazen;
Binbir isim, yüz,
Binbir sesle burkuluyorum.
Korku için bazen;
Bu ellerden
Bir iz bırakmak telaşında...
Yokluk için, kapanmayan yaralar,
Karmaşık ruh hallerim için.
En nihayetinde herkes
Kendi yuvasına çekilip
Kepenkleri indirince kalbine,
O hiç geçmeyen çocukluk
Halime çöküyor asıl hüzün.
Ne derdi olur ki bir çocuğun?
Belki büyüme korkusu,
Belki de sadece
Bir babanın ardında
Bıraktığı son izlerinin de
Silinme korkusu.
Nasıl bir yokluk onunki?
Hissettiklerinden düşünmeye
Hali yok.
Yine yorgun argın geliyor
Günün sonu.
Renkli rüyalar öncesi
Karanlık kuşağı iniyor göz kapaklarına,
Perdeyi çekiyor benliğine,
İçine çekiyor koca bir akışı
Gece uykusu.

Durum Raporu


Bir sıkıntı, bir gariplik, bir kaydırak gidiş...

Değişkenlik huyumdan ve doğuştan. Tamam ben de huysuzum ama havada asılı duran bir hal var, o benden beter sanki. Hava güneşli bile olsa bir ihtiyarın gizli inadı gibi rahatsız edici.

Anlamadınız di mi?

Çok normal, ben de anlamıyorum.

Özetle bir hal var üzerimde... Bir hal var hayatta... Bir sıkıntı, bir gariplik, bir kaydırak gidiş...

19.10.2011

Ham, Yanlıştan Beter Bazen

Malzeme bol, kıvam nerede?

Yerli imalat oyunların da tiyatroların da artması mutluluk verici. Bu doğru. İlginç işlerin ortaya konması da bir gerçek. Ancak bunların kültürel anlamda yarattığı katkı biraz muallakta. Gnlev yapımı Yüksek Derece de bu aileye katılan dişe dokunur üyelerden olabilir, zamanla...

ARTILAR

+ Tek başına oyunu izlenilir kılan performansın sahibi Uğur Küçükdağ
+%100 yerli yapım
+ Müzikler (O araya giren anlamsız şaka çabası şarkı söyleme kısmı hariç tabii...)
+ Prodüksiyon - kasıt dekor, ışık, müzik, gala organizasyonu, afişler vs. vs. vs.
+ Tanıtım

BONUS: Seyirci ilgisi

EKSİLER

- Bütüne tamamlanmayan kurgu
- Olgunluğa erişmemiş senaryo
- Senaryonun dili (Yazarı görmesem kötü bir çeviri zannedecektim, hatta bilmeme rağmen iki kere kontrol etmişliğim oldu)
- En iyi tabirle düşük enerjili oyunculuklar diyelim biz... Olmadı mı olmaz bazen...
- Çooooooooooook uzun, hele bu oyun için gereksiz derecede çoook uzun hem de... Yönetmeni makastan kaçınmamaya davet ediyorum.

BONUS: Samimiyet sorunu... 

Ekibin kendisi oyuna kaptırmadı ki biz kaptıralım. Ama tekrar etmek gerekir ki buradaki ana etken metin kanımca. İyi bir konunun yeterince işlenmeden sahneye atılması, kötüsüyle karşılaşmaktan beter bazen. En nihayetinde hamlığını atmamış bu yapımı izlemek, iyi başlayan bir gecenin yarım kalması gibi. Nasıl olduğunu anladınız siz! Fena mı fena...




Sevdiğimiz Buluşlar - 4

Warning! For bosses and nudists only.

Kendimi tekrar çok derdim olmadığı gibi, pek de düşmek istediğim bir şey değildi ama görünce dayanamadım. İnsanlık nereye gidiyor...?

Patronuna erken bir yeni yıl hediyesi arayanlar veyahut kahvaltıya çıplak oturan sevgilisinin sandalyeye bıraktıklarına takanlar! Buyrun...

Daha insani tasarımlar için: Çeşitli Oturmalar

Geçen Pazarın Şiiri - 16


Kirli sakallarında ılık şarap kokusu
Üşümeler ellerime uzanmış
Koltukta bir roman yanıyordu sanki
Alevleri pencere pervazına yansıyan
Gece alacalı, sağır bir uykuda gibi
Sokaklar susmadalar
Olabildiğince yalnız
Sesi olmayan çığlıklar vuruyor yatağına
O korkuyor gözlerini kapamaya
Bir şeyden kaçıyor gibi
Bir hayalden belki de
Acı dolu anılardan, yarı yanmış kağıtlardan
Yağmur başladı çatıda yürümeye
Ayak sesleri bir kadını andırıyordu
Ve kimileri ağlıyordu perde aralıklarında
Soğuk, rüzgarlı, keskin bir geceydi
Cesaret isterdi yüz yüze gelmek
Ve bunu bilircesine gün doğumuna dek
Herkes kendi kuytusunda ağladı


*İlüstrasyon: Sugarcream (deviantart)

18.10.2011

Ve Gecenin Çiftini Alkışlarla Alıyoruz...

Bu gerçek bir düğünden bu arada... (Elizabeth-Messina)


Bunca düğün gezdim - artık bunu bir ayda 6 düğün gördükten sonra izninizle göğsümü gere gere söyleyeyim - ama bir adaşım vardı ki gelinliğiyle de düğüne giriş şarkısıyla da tam gönlüme göreydi.

Diğer gelinlerimiz damatlarımız alınmasın, onlara da laf yok. En nihayetinde bir takım oyunuyla altının en güzel döneminde şehiriçinde ve dışında yaptıkları evlilikleriyle beni mutlulukta ve Türkiye ekonomisinde zirveye taşıdılar!

Gelinliğin fotoğrafı yok ama işte giriş şarkısı:



Benim gibi Kimbra hastası olanlar için favorimi de yeniden paylaşayım: Plain Gold Ring

Sevdiğimiz Buluşlar - 3

İçimdeki düz adam eve sanat taşısa, bunu taşımak ister.

Plastik sanatlar insanı değilimdir ama resimle heykelin arasında kaldığımda heykelden daha çok etkilendiğim söylenir. - Evet üşenmedim bir bilene danıştım, hem de Floransa'nın orta göbeğinde gecenin köründe, onun yorumu bu -
Kast edilen etkilenmek buradaki gibi değil tabii, ama bunu görünce de paylaşmadan edemedim.  Kendi kendine durup da, 'Ha ben bi Herkül yapam da suratına oturam' diyen zihnin elinden öpeyim.

Eser hakkında mantıklı bilgi: Fashion Architecture Taste mimarları tarafından tasarlanan bu tabure köpüklü lastikten üretilmiş. - Ki biz bu maddeyi stres toplarından tanıyoruz - 'Soft Hercule'ün de içinde yer aldığı serginin diğer örnekleri için: From Now to Eternity

Bu mimarlar girişiminin başka ilginç ve hoş örnekleri için: Heroes of the Invisible

12.10.2011

Sanırım Böyle Bir Şey Arıyorum...




...ama yine de hep daha net bir işarete ihtiyacım oluyor... :/

Geçen Pazarın Şiiri - 15


derin bir hüzün
ve derin bir sükut
 daimi sakini
bu gözlerin
 bulutlar, kuşlar ve çatılar
ve dudaklarının
 engin sessizliği
şimdi bir gezginin
 rüyasındalar
çabalar, çırpınışlar,
derinden derine kayboluşlar
 sonra senin nefesinde
 kendini buluşlar...
heyhat! akıp gitmede
 hayat
ve cihana inat
 yüzümdeki çizgide
  binbir kanat çırpışlar
martıların haykırışları
 ve yine bir cesedi
kıyıya vuruyor dalgalar.
 hoşgeldinin bir başka deyişi:
hoşçakallar...

11.10.2011

Ne Güzel Demiş Onno Abimiz...



Anlatırsın anlamaz.

Söylersin dinlemez.

Yazarsın okumaz.

Söylendikçe söylenir döner aynaya bakmaz.

Ha baksa anlar mı? Bilinmez diyelim kibarca...

Ama bir katlanırsın iki katlanırsın, kriz mriz demezsin sonunda.

Zira her türlü zihinsel kabızlık bayar bir yerden sonra.

Baydı da...

"Evet efendiler, sizi İzmir Marşı'yla uğurluyoruz şimdi. Görüşmemek üzere!" diyebilsek keşke bazen...

Açıklayıcı olabilmesi adına bu meselenin gizli öznelerine aşağıdaki parçayı gönderiyoruz:






5.10.2011

Geçen Pazar'ın Şiiri - 14




Havasız ve kimsesiz bir gece
Ait olduğu tenhalıkta
Bir sahile uzanmış yatıyor.
Öylesine halsiz, yorgun ifadesi
Vurmuş dalgaların beyaz sakalına.
Kimsenin sözü yok dilinde 
Bir diğerini avutacak.

Havasız ve sıcak mutfağından odanın,
O aynalı penceresinden
Kendi bitkinliğimi izliyorum gecenin yüzünde.
Kırık bir aynanın
 bükülmüş yansıması fayanslarda,
Gözlerim alev alev dökülen yaşların ardından.
Bir kısım fotoğraflar dolapta,
        çalınan anlar hayattan...

Anlamak yıllarla gelen,
İnsanın içine işleyen,
Yüzdeki çizgilerde beliren...

Bir kırık ayna masada uyuyakalmış;
Çatlamış göz kapaklarında benim yüzüm...
İfademde burukluk, bitkinlik, kabulleniş...
İfademde korkuyla mutluluk karışmış;
İfademe hayat karışmış.
Ve nihayet -sanırım- hayatıma 
Aşk karıştı yavaştan.
Üzerime sinen kokudan
Yeni bir hikaye seziyorum.
Tedirgin bir huzur yayılmış tenime;
Bir kısa bir uzun soluğum.
Sonunda diyorum,
Dip köşe, baştan sona
 - bir şekilde - yaşıyorum!




*Resim: Robert Finale

4.10.2011

Sevdiğimiz Yaklaşımlar


Nişantaşı Kırıntı'nın tuvaletinde gördüğümden beri vurgunum buna! Afişini bulan gören varsa n'olur ses etsin!

3.10.2011

Paris Tefrikaları - 5

Paris'te Gece Görüşü


Guinness rekorlar kitabına girmeye aday şehir turumuzun ardından J'etem'ciğim bizi Paris'te bir Cuma gecesine davet etti...

Paris'te İkinci Gün - Akşam

Dünyanın en iyi arkadaşı olarak benim seçtiğim caz barı kontrole gitmiş ve son derece turistik ve vasat bir yer olduğunu keşfettikten sonra planı yedeklemişti. Bizse henüz tüm bu bilinçten habersiz kendimizi bir kez daha McDonalds'a attık. (Evet evet biliyorum, istediğiniz kadar kınayın, bizim de kendimize göre sebeplerimiz vardı... İleride siz gurmeleri de memnun edecek bölümler olacak ;) )

Aşırı kalabalık ve bittabi ağırkanlı McDonalds sırasından menülerimizi kurtarabildiğimiz anda kendimize bir köşe bulma savaşı başladı. Bistroların cennetinde McDonalds bu kadar kalabalıksa bir bildikleri vardır dedik :P

Yüzümüzdeki endişenin sebebini bir bilseniz!

Şaka bir yana tam hamburgerlerimize gömülmüştük ki Ezgi'ciğim dönüş biletinin adreslediği St. Etienne'e nereden servis olduğunu sordu. Bunun üzerine dehşete düşen J'etem bizi o korkunç gerçekle yüzleştirdi. Şoku atlatmaya başladığımız noktaya kadar St. Etienne Havalimanı'nın Lyon'da olduğunu ispat etmek için anlamsız bir enerji sarf etmesi de cabası... Maalesef hala muallakta kalan teknik hata sonucu Ezgi dönüşünü Paris yerine Lyon'dan almıştı. Her ne kadar akşamımız minimum derecede terörize olmuşsa da atlatması zor bir geceydi diyelim...
Neyse ki kendimizi toparlayıp bir çözümün arayarak bizim vasat bardan sevilen bir bistroya doğru yola koyulduk.


İyi ki bu esnada Centre George Pompidou'nun yanından geçmişiz, zira bir daha fırsatımız olmayacaktı. (Kimseyi kızdırmak istemem ama J'etem mimari harika dese de benim kanım pek ısınmadı. Ama değeri duvarından ziyade içiyle ölçülür pek tabii, bir dahaki sefer listemize aldık tabii...) Yürümeyi severim ama bir an yol bitmeyecek sandım. Ile de la Cité'nin bir yanından öbür yanına vurup Centre Pompidou'yu da geride bıraktıktan kısa bir süre sonra bistromuzu bulduk.

 
Her derdin devası belli...ve ben tatlı şarap severim ne var!

Büyücek bir masada oturan iki kişinin yanına beş kişilik bir ekip olarak konuşlandık. Pek tabii amacımız sonra bu kişileri def etmekti ama oldukça dişli çıktılar. Bir müddet dikkatimizi yemek üstüne utandaman sipariş edeceğimiz atıştırmalıklara verdik. Ama en nihayetinde aramıza başka arkadaşların da katılacağı netleştiğinde bu savaşa bir son vermek zorundaydık. Kim kazandı dersiniz?

Tabii ki biz! Ki daha Ivan gelmemiş, siz düşünün...

Mebzul miktarda şarap, atıştırmalık ve muhabbet sonrasında, kadro da tamamlanınca sıra Duc des Lombards'a gelmişti. Yerlerimizden doğrulduk ve yola koyulduk.

Ve işte Ivan da gelmişşşş... 

İçeri buyur edildiğimizde alt kat tıklım tıkıştı. Üst kata yönlendirildik. Üst kat da tam aksine Bizi beklermişcesine bomboştu. Balkon kenarına sahne tepesine bir güzel yayıldık. Beyler biraya devam ederken Ezgi'yle bende hal kalmamıştı. Soda ve su en yakın arkadaşlarımızdı seçenekler arasında. (Galiba Ezgi kola içmişti, amaan geçmiş zaman ne önemi var!) Müzik bir yana piyanoyu çalan arkadaşımız hayli ilgimi cezbetti ama o kısımlara girmeyelim - zira davulcunun hatrı kalır ;)

Bu fotoğraf uzun süre masaüstümdü işte...

Düz adam yorumlarımı kendime saklayıp geceye devam edersek... çok da başka bir şey yok. Jam session yıkmasa da dinleniyordu. Bizim keyfimiz yerindeydi. Dönüş otobüsümüzdeki manyak siyahi arkadaşlarla rastlaşmamız ve bize sarmalarını saymazsak, iyiydi iyi.

Orada olanlara kulak kabartmaya meraklı gençler için bir dünya kafamla aldığım iki parça kayıt, sizin için geliyor...

Varan - 1


Varan - 2




Her şey bir yana, Frankestein ailesinin Fransa'ya iltica etmiş Türk hali gibi değil miyiz?




Kendinizi Nasıl Tanımlarsınız Demiş Ünlü Şair...

Pazar sabahı 10-11 sularında uçağımızı beklerken en sevdiğim bekleme eylemlerinden birini yapıyordum. Dergide test çözmek. Ve son soruda beni nakavt etti. Bu soruyu bu ayda bana denk getiren arkadaşı alnın öperek Kanarya Adaları'na tatile uğurluyoruz. Bir başka ay cevabım çok başka olabilirdi ama o an altınca düğünden dönüyordum ve önümde 3 adet daha vardı hali hazırda...

Enfes: Antalya Havalimanı

Orada bulunma vesilesi de güzeldi ama kendi de güzel =)

Geçtiğimiz cumartesi bu anlata anlata bitiremediğim düğün maratonumun en önemli günüydü. Gün Antalya'da son buldu ve sabah 11.20 (rötarıyla 12.00) uçağıyla dönüş için ikinci kez havalimanındaydım. Havalimanına erken gidenlerdenim. Rahat gidip, sıra vardı, yoğundu stresi çekmeden girişimi yapıp, kahvemi içmeyi severim. Kahvaltımı da buraya saklamıştım bu yüzden.

Ama telaşa hacet yok. Ne bir yoğunluk söz konusu, ne de karmaşık bir plan. Hem yurtiçi hem yurtdışı uçuşların aynı yerden verildiği bir havalimanı için son derece muntazam ve kullanışlı bir yerleşim söz konusuydu.O denli derli toplu tasarlanmış ve huzurlu döşenmiş ki, keyfi çıkmış ortaya.


Ama en sevdiğim kısmı söyleyeyim mi? Uçağa girişin yapılacağı kapıların yanlarındaki kafeler. Hele benimkinin hemen dibindeki Via Cafe'de yediğim omlet de, uçakları izlemek de, hızlı ve dikkatli hizmet de harikaydı!

Bir gün içinde İstanbul'da nikah şahitliğinden Antalya'daki akşam düğününe yetişme telaşından sonra canıma değdi vallahi!

Mini mini, hanım hanımcık :S :)