30.04.2012

Başka Başka... Başka Yere Bakma Sen Yetersin




“Kadınların olağanüstü içgüdüleri vardır: Her şeyi bulurlar, apaçık ortada duran dışında…” 
Oscar Wilde


Kapıdan az önce buyur ettiğimiz sonbaharın şerefine yazalım bu defa. Çağının önde gelen yazar ve düşünürleri arasında sayılan Oscar Wilde’ın bu sözünü bir kenara not edelim ve günün getirdiği hikayeye dönelim. Malum sonbahar beraberinde yalnızca serin hava değil, romantizm, melankoli ve kimi arayışları getiriyor, kimi sorgulamaları. Biz de bu vesileyle en temel kadın-erkek algoritmasına bir göz atalım.


Elimizde dört girdimiz var:


1) Kadınlar erkeklerden daha çetrefilli düşünür.


2) Bu onların daha zeki olduğu inancını yaratır.


3) Erkekler kadınlardan daha sade ve tek odaklı düşünür.


4) Bu onların yeterince kuvvetli bir zihne sahip olmadığı inancını yaratır.


Bu dört girdi kadınlarda içinde bulundukları döneme göre iki farkı sonuç veriyor.


A) İşime Odaklanıyorum Dönemi


Bu dönemin motivasyonu hayatlarında bir eş olmaksızın/aramaksızın mutluluğu yakalamaktır. Her ne kadar aklınıza ilk gelen bunun bir ayrılık sonrası tepkisi olması olsa da – ki hakkınız büyük – pek çok başka sebebi de olabilir. Gerçekten işe odaklanmak istenmesi de ihtimal dahilinde ancak genelde aşka dair bir kırgınlıktır altta yatan gerçek. Dolayısıyla da bu dört girdinin böyle dönemlerde ortaya çıkış biçimleri erkekler mevzubahis olduğunda onları tiye alan söylemlerdir. Şu şakalar sanki bu dönemler için üretilmiştir:


Erkekler bilgisayar gibidir, sık sık kilitlenir ve hafızaları hiçbir zaman yetmez.
Erkekler; ateş böceği gibidir, eğlendirir ama aydınlatmaz.
Erkeklere, psikanaliz yapmak daha kolaydır çünkü hiç çıkmadıkları çocukluklarına dönmeleri gerekmez.
Erkekler uzaktan kumanda aleti gibidirler. Basit, kullanımı kolay ve genellikle televizyonun yakınında uzanmış durumda.
……… sürer gider……….


B) Artık Aşka Hazırım Dönemi


Bu dönem daha ziyade bahara denk gelir gibidir. Evvelki yaraların üstü kapanmış, ruhani bakım yapılmış, tamlık hissi geri kazanılmış ve bunu kabartması için erkeklere yeniden ihtiyaç duyulmaya başlanmıştır. Uzun kuluçka döneminden sonra ortaya çıkan bu yavru duygular muhatabını bulmak için sabrını kaybetmiştir. Dolayısıyla karşılarına çıkan ilk/her/çoğu erkekle yeniden yola koyulmak için ikna akımını başlatır. Bu kısım, aşka hazır bir hanım kalbi ile potansiyel bir bey karşı karşıya geldiğinde, kadın zihninin çılgınca işaretlere odaklandığı ve her şeyi asık suratlı bir Çingene falcı gibi kendisine yorduğu döneme denk gelir. Ve onlardan bahsederken bir anaç tavuğun dile geldiğini duyarız adeta. Bize ne anlatıyordur sizce ?


Erkekler doğası gereği duyguları konusunda daha sade düşünür. Bu bakımdan duygularını belli etmekte kadınlar gibi değildir.


Duygularını açık edebilmeleri için yardımcı olmalı, onlara yol yapmalı yeri geldiğinde.


Erkekler ilgilerini bizim beklediğimiz biçimde gösteremeyebilirler. Sevgi ve ilgisini göstermek için başka yollar da var. Doğru anlamalı kimi hareketleri.


………sürer gider………


Hem de ne çözümlemelerle. Öyle ki sanabiliriz ki erkeklerin çözülmedik yedi katlı, karmaşık mı karmaşık bir işaret dilleri var ki aman aman!




Bir İhtimal Daha Var: Kendime Odaklanıyorum Dönemi


Hanımlar şimdi kendimize bir dakika verelim ve sakinleşelim.
Şimdi hafif bir müzik eşliğinde – ama Kenny G değil! – şunu tekrar edelim:


“Aşk bu kadar karmaşık değil”


Gerçekten değil. Çünkü kafanızı karıştıran tüm dış müdahale ve çerçevelerden arınıp kalbinize döndüğünüzde her şey nettir. Ne hissettiğiniz ve karşılık alıp almadığınız. Çünkü bir konuda haklısınız; iş duygusal yaşama geldiğinde erkekler o kadar da komplike irdeleme yapısına sahip değiller. Aradığınız karşılık, aradığınız aşk, aradığınız ilgi, beklediğiniz kişiden


ya geliyordur ya gelmiyordur.


Herkesin sebepleri var. Erkeklerin de… Ama bu sonucu değiştirmez. Tüm şartlar uygun olsa da bazen, olmuyor olabilir. Yahut tam aksine tüm şartlar size karşıysa, yine de bir şeylerin var olduğuna inanıyorsanız ve size gelmeyen her neyse onu bu koşullara bağlıyorsanız, üzülerek tekrar etmek zorundayız. Aranızdaki o her neyse ya geliyordur ya gelmiyordur ve siz bunu görebilirsiniz. Aklınızı karıştıracak etkenleri sıyırıp atın kafanızdan, gerçek tüm çıplaklığıyla sizin kalbinizde yatıyor zaten.


Süreç çetrefilli de olsa bir erkek eğer sizi görmek istiyorsa, görecektir. Birlikte olmak istiyorsa, bunu siz muhakkak söyleyecektir. Söylemiyorsa o kadar da istemiyor demektir.* Karmaşık olan aşk, koşullar yahut erkekler değil, elinizdeki gerçekle ne yapmak istediğiniz, bunun size neler hissettirdiği ve bundan sonra ne yapacağınıza dair aklınıza yığılan ihtimallerle boğuşmaktır.


Halbuki siz bundan fazlasını hak ediyorsunuz. Masallarla, filmlerle yahut içgüdüsel olarak o an, o her şeyinizle hazır olduğunuz an, bu kişi için doğru olmayabilir. Ama önünüzdeki tek alternatif değil ve zamanlamanın kişisel alınacak bir yanı yok.


Siz bu enerjinizi ve canlılığınızı koruyarak devam etmelisiniz. İster A dönemi ister B, kapatın tüm o dönemleri. Hayatı, duyguları, zihnimizi bölüp parçalamadan, kendimize odalanarak, kendi gerçeğimizle ilerleyerek devam edelim yola. Siz aşka hazırsanız o sizi gelip bulacaktır. Ama kendi zamanında ve kendi yerinde. Yolunu açacağınız biri varsa o aracı olacak kişi değil, aşkın kendisidir. Ona fırsat tanırsanız, kendi zamanında ve yerinde sizi çekinmeksizin içeri buyur edecektir. Yahut henüz hazır değilseniz ona da tamam. O sizi hissedecek ve dikkatinizi ona çevirene kadar sadakatle sizi bekleyecektir.


Tüm bu zamanda tek irdelenecek gerçek, tek irdelenecek kişi sizsiniz. Çünkü bu mesaiye yalnızca siz değersiniz.






*EV ÖDEVİ: Ola ki bahar yorgunluğundan kendimi doğru ifade edememişimdir, anlattıklarımın bir sağlamasını alalım istedim. Bunun için yıldızlı kısımda alıntı yaptığım bir filmi tavsiye ediyorum size. Görenleriniz olmuştur, henüz izlemeyenler için öncelikli ödevdir. Dikkatinize.


He’s Just Not That Into You’, Türkiye’deki adıyla ‘Erkekler Ne Söyler Kadınlar Ne Anlar’.


Akşam eve gidince kendimize bir kupa kahve, çay, bitki çayı ya da bir kadeh şarap her neyse ondan hazırlayıp ekran karşısına geçiyor ve izliyoruz. Hayatınızda bu rutine dönüş yaşadağınız her seferinde tekrar edebilirsiniz…






* Bu yazı magazin.ekolay.gayet.net için yazılmış ve ilk kez orada yayınlanmıştır.

29.04.2012

Geçen Pazarın Şiiri - 31


İstemiyorum sensizliği
Dedikçe üstüme geldi
Yalnızlık.
Yollara düşmek çözüm değil.
Varlık ve yokluk
Hiç zıt ve düşman değil...
                                  ...miş
                                          Anladım.
                                                       Sanırım.
Şarkılar,
Bana yazılmış gibi
Değil artık.
İnanmıyorum romanlara.
İki damla
Salına salına akıp geçiyor
Yüzümden. 
Ucu açık bir kapı da 
Kalmadı hüznüme dair.
Kendime dair son haberler;
      Aşklara zaman zaman,
             İçimdeki boşluklara 
                      Her an düşmeye devam.

Ve asılı kaldım bir grup
       Kuru gürültünün arasına.
Görünmez oldum,
     Konuşmaz oldum,
Az biraz da isyankar.
  Yaz yaklaştıkça
         Uzaklaşıyorummmm...

27.04.2012

Amsterdam Tefrikaları - 4

2. günün vasati özeti...

- devam -


Efenim işte gitarist abiden sonrası biraz bulanık :S ;) Dolayısıyla photo-story formatına geçip yavaştan uzayayım...

Neyse önce bir şekilde kendimizi Rembrandtplein'den koparıp sokaklardan dolana dolana aşağıya inmeye başladık. - Kime göre aşağı, neye göre aşağı...-

Bu ev batmıyor mu Allah aşkına?! 
Yani sanki fotoğrafın kadrajı da az bi yamuk ama... Bilemedim yahu.

Ev demişken benim dışımda herkes biliyormuş ama ben hala heyecanımı kurutamadım. Amsterdam'daki tüm binalardaki pencereler maaşallah eşşek kadar. Neden biliyor musunuz? - Evet herkes biliyor ama sölicem - Çünkü kapı ve merdiven aralıkları eşya geçemeyecek kadar dar ve insanlar taşınırken eşyaları pencereden sokuyorlar! Bunun sebep-sonuç sıralaması değişebilir ama sonuç olarak ben geniş pencere çok severim, o yüzden bu memleketi de sevdim...

Aha da bu kancalardan çekmek suretiyle kaldırılıp alınıyor eşyalar. 
Hatta binaların çoğunun ön cepheleri bu yüzden eğimli yapılmış. 

Pek çok Avrupa şehri gibi buranın da saçma sapan ilginç köşeleri var. Ama en çok da sergi-reklam karışımı sanat anlayışlarına hasta kaldım :S

Ne olduğunu hala çözemedik...

Turun bir noktasında heyecanla beklediğimiz an geldi. Efendim Seven Bridges diye bir yer varmış ve şehrin en güzel manzaralarından biri buradaymış. Çünkü iki kanalın kesişim noktasından yedi köprünün görünebildiği harika bir noktaymış. Gittik, gördük. Evet güzel de, kanal her yerde köprü her yerde, ayrıştığı tarafı pek kestiremedik. Ama ben bunu tamamıyla kendi düzlüğüme veriyorum, büyüklük ben de kalsın...

Bu arada ben döne dolaşa saydımdı da yedi çıkmadıydı galiba... :S

Döne dolaşa gezerken bir de Spinoza'ya rastlamayalım mı?

Çünkü bu pozu vermeyeni dövüyorlarmış

Ve en sevdiğim yanlarından biri Amsterdam'ın şu ki hiç çaktırmasa da pembe her yerde!

O kadar içim kalarak göz koydum ki, sittin sene satılmaz o elbise şimdi!

Bunca geziden sonra hostele dönmeye kalkarken vermediğimiz kadar mola verdik...


500 metrede sırasıyla 3 mola

Bu bir...

Bu iki ama aslında sayılmaz ki, 
Bertolt'u görünce poz vermek için oturdum sadece...

Bu da üç... 

Ama mekan gezmesinde hala bir sona varmamıştık. Hostele doğru giderken saatin farkına varıp yolumuzu Leidseplein'e çevirdik. Amacımız bugün Het Muziktheater'da bizi gezdiren hanımefendinin tavsiye ettiği dans tiyatrosunu bulmaktı ancak onu da başaramayınca rotayı yeniden hostele çevirdik, torbalardan kurtulduk ve Şuşu'nun arkadaşları ile buluşmak üzere yeniden Leidseplein'e yollandık.

Mutluyum Şekil A1

Benim 'İlla da caz bar göreceğim' diye üstün ısrarlarımı kıramayan iki centilmen ellerindeki en yakın caz bar olan meydandaki Cafe Alto'ya götürdüler bizi. Her ne kadar sonradan Franz Von Chossy Quintet'te klarinet çalan Alex 'Orası en kötüsüdür' dediyse de ben beğendim. Küçük, sıcak, Amerikanvari ve oldukça da eski olan mekanda emprovizasyon gecesiydi. (Buradan kötü çekilmiş de olsa bir videoyu en sonda bulabilirsiniz...)

Basic

Bir noktadan sonra baktım ki ekipte bet beniz atmış, tamam dedim ben caza doydum. Sonra Mert bizi Basic diye bir mekana götürdü. Fotoğraf müzesinin (FOAM) yanında yeni açılan bu mekana dışarıdan yiyecek getirmek serbest. İster gündüz toplantılarınızı ister akşam oyun partilerinizi burada gerçekleştirebiliyorsunuz. Toplu oturma gruplarının olduğu, on kişi gezen arkadaş gruplarının rahat edeceği alanları da mevcut. Müzik iyi, içki çok pahalı değil, ışık güzel. Daha ne olsun. Biz sevdik, size de tavsiye ediyoruz.

Ve gecemiz mutlu biter...

Cafe Alto'dan...

26.04.2012

Mola! Mesaiye Dinginlik Gelsin mi?

Crescent Double Quartet

Nispet yapmak gibi olmasın, nicedir yalnız mesaiye kalmamışım. -Ama bunu bir mesai sürecinden yazdığıma göre nispet de sayılmaz zaten değil mi?- Mesainin dünyanın en tatlı şeyi olduğunu söyleyemem ama zihnime de ayrı bir dinginlik geldiği doğrudur.

Kendini tartmak için, hiç tahmin etmediğin yerden kendini duymak için, kimi zaman zihin açmak için birebir.

Bu akşam ne olacak henüz bilmiyoruz.

Şu ana kadar ilk adımda belli olan bir şey varsa o da ruhuma inen dinginlik.

Ve bunda her zamanki gibi müziğin de payı büyük. Bu defa masraftan da kaçırmadık bir dörtlü yetmedi ikincisine kucak açtık. 2013 Şubat'ına dek İstanbul'a gelmeyeceklerine göre buradan paylaşalım:

Sevdiğimiz Buluşlar - 9

BANA BUNDAN ÇOK LAZIM!

Her şey yerli yerinde mi? Yerli yerine oturmayan bir aşk kaldı galiba... 


Çünkü bana bahar geldi, hatta yaz.


Şimdi doldurulacak tek bir cep kaldı.


Duyuralım... :


Mola! Dön Dolaş Dön...

Salaklığıma bir kumpanya lazım

İlginç günlerden geçiyoruz.

İlginç ve kötücül günlerden.

Özlediğim, korktuğum, kaçtığım ve yakalandığım her şey aynı. Yıllardır...

Bu döngüyü kırabilecek hiçbir şey bilmiyorum. Sanırım artık inanmıyorum da...

25.04.2012

İçime Doğmuş / Bu Akşam!

Bu akşam 8'de CRR'de!

İki gün önce Franz Beylerle mola verdiğimizde hiçbir şeyden haberim yoktu. Meğer kendisi bu akşam Cemal Reşit Rey'de konser veriyor olacakmış.

Beğenenlere duyurulur!

İlk mola için... Nocturne

Oldu olacak bir tane daha gelsin...
*Bu arada diğer video sizi yanıltmasın, o bir trio, akşamki konseri ise quintet olacak efem...

Enfes: Bloom'da Latin Rüzgarı

Keşke çarşamba da olsaydı, doğumgünümde de giderdik :S

...Çünkü ben doğumgününü partilemek için haftasonuna sarkıtmaktan hoşlanmayanlardanım. Ama bunun için bir istisna yapılabilir belki.

Çünkü;

1. Müzik iyi.
2. Yemek iyi.
3. Mekan iyi.
4. Teras şahane, hem de mevsimi geldi!!! (Gerçek zeytin ağaçları var mesela hastası olduğum!)

O yüzden bir cuma hatta birşey diyeyim mi hemen bu cuma ya da cumartesi kendinizi ve saatlerinizi ayarlayın ve Bloom'da buluşalım.

Aylık yaz rotası da belli oldu böylece sırasıyla Bloom, Otto Santral, Küçük Otto, Otto Sofyalı kısmetse kim bilir belki bir de aylık diziyi bozup beşince haftaya güneyde bağlanırız...!

Aşkın Arsunan Jazzino Band 101:

24.04.2012

Amsterdam Tefrikaları - 3

Burada her şey çok renkli yahu!
2. GÜN
Erken kalkma huyumu seviyorum. Önceden plan yapıp kafama göre bozmayı da. Ancak bu defa plan için fırsatım olmadığı için erken kahvaltı anlarını verimli değerlendirdim. Bugünkü planda yetiştirebilirsem iki sahne turu ve onun dışında çevre bölgelerinde saçma yürüyüşler planladım. Kim bilir Heineken ve Rijksmuseum'a da giderim belki ama ihtimal vermiyorum...


Kahvaltı hiç bırakılası değildi. Biz az ama öz seviyoruz :S

Tura Koninklijk Theater Carré'den başlayacaktık. Saat 11'de bir tur vardı. Heyecanla Şuşu ve Nesli'yi de yanıma alarak oraya doğru ilerledik. Bu aynı zamanda kendi insiyatifimizi kullandığımız ilk tramvay deneyimiydi. Bir şekilde çözdük diyelim...

Negzel bir sabah... :)

Theater Carré ve Het Muzikthater turlarını ayrıca yazacağım için ben geziye devam ediyorum. Cumartesi günleri Het Muziktheater'ın yanındaki meydana pazar kuruluyormuş. İki tur arasındaki zamanı burada alışveriş yaparak geçirdik tabii. Ben iki deri çanta, bir cüzdan bir dandik gözlük (hava kapalı olur diye kendiminkileri yanıma almamıştım, sanki otuz kilo, taşı şunları di mi!) 


Bunun ne olduğunu hiçbir zaman çözemedik...

Theater Carré ile Het Muziktheater'ın arasında 10 dakiklık bir yürüyüş mesafesi, bu mesafede de şehrik sembollerinden biri haline gelmiş Magere Brug var. Bunun komik hikayesini daha sonraya saklayarak burada öncelikle annemin köprüsünü anlatmak istiyorum.


İşte o köprü... yani sanırsam... 

Yok, bir hata olmadı, annemin köprüsü dedim evet. Kast ettiğimse annemin 1970 senesinde (ki bu filmin 67'de gösterime girdiğini düşünürsek, filmlerin gelmesi 2-3 yılı bulyormuş :S ) Fitaş Sineması'nda izlediği, başrollerini Yves Montand ve Annie Girardot'nun paylaştığı Vivre Pour Vivre isimli filmde gördüğü açılır kapanır köprü... Bu köprüyü o kadar sevmiş ki filmde, filmden sonra makinisti bulup köprünün adını, nereden resmini bulabileceğini sormuş. Adamsa sen bir kareyi kesip ver filmden! Annem hiçbir zaman o resmi yapmamış ama fotoğrafı da atmamış. Ona 6 yıl kadar evvel ben el koydum, kim bilir hangi kutumun derinlerinde...


Al sana meşhur Amsterdam yiyeceği :S


Biz konumuza dönersek, rotanın bundan sonrası iyice karışıyor. Önce Leidseplein'den sonraki sıfır noktamız olan Rembrandtplein'e vardık. Sonra karınlar acıkmıştı ki Cartoville'den seçerek gittiğimiz Amsterdam'ın Kızılkayaları'nı bulduk. Van Dobben adlı mekanın spesiyeliteleri arasında ekmek arası kroket ve çeşitli soğuk et çeşitleri bulunuyor...

Adamların kahvesinin yanında gelen gofrette bile Van Gogh var yahu! Bir insanın da ancak bu kadar ekmeği yenir yalnız!

Yeri gelmişken serbest bir günde Rembrandtplein'deki Smokey'de günü geçirmek isteyebilirsiniz. Aklınızda bulunsun ;)

Az sonra videosunu göreceğiniz gitarist abi de beni az kilitlemediydi...


Bu kahve molasını siz de kendiniz için değerlendirin... Devamı gelecek...

Sıradaki: Seven Bridges, Amstel molası, Cafe Alto, Basic ve şehirden enstantaneler...

Günün ruhuna... 

Albüm: Yavuz Akyazıcı - Bridge

Haftaya başlangıç için ideal...

Yavuz Beylerle ilk defa bir doğumgünü hediyesiyle çıktı karşıma. O defa Turkish Standards Vol. 1 albümü idi hediyem. İlginç, eğlencelik bir çalışma olmuş benim için. Ama ben kendisini bu albümüyle daha bir sevdim. 

Nitekim bugünümü ve haftamı kurtardı diyebilirim.

Dilerdim ki albümden bir parça koyayım ama siz almadan sürprizi bozmayayım dedim. 

Yine de tadımlık adetimiz malum... Bir başka menüden bir parça:



19.04.2012

Mola! Frank von Chossy Trio



Ben sizin için tefrikaların devamını hazırlarken sizde bir parça yöre cazıyla arayı soğutmayın. Günün ikinci yarısı yerli yerinde duruyor. Onu yenmek için bir parça odaklanmaya da birebir...


Mola! Bugün zaman yolculuğu...

Bana bundan alsak ya...

Bazen bu denli açık söylenmesi gerekiyor bana.
Bazen tek kelimeye bile gerek yok.
Zaman akıp geçiyor ve geçtikçe de insan zamanın bir yorum meselesi olduğuna inanıyor.
Çünkü ruh işine geleni seviyor.


Bugün son altı yılımın bir sağlamasını almak üzere ziyaretlere çıkıyorum hanımlar beyler.


BÜMK Korolar Konseri* için 20.30'da Garanti Kültür Merkezi'nde.
Vera Lansman Konseri 21.30'da Ghetto'da.


Sadece iki konser değil arasına sıkışmak da beni geçmişe götürecek az biraz. Ve eşlik edecek olan yağmur da.
Bu denli ilgisiz kalmışken söylediklerim tamamlayan bir de şarkı ekleyeyim.


Günaydın demem sizi ikna ediyor mu?


18.04.2012

Enfes: Vera / Yarın akşam Ghetto'da!

Hamili albüm yakinimdir...

... ama torpilden yazmıyorum. Yine de o şapşal heyecan yüreğimde değil diyemem. Hiç karizmatik değilim bu konuda, senelerce yanı başımızda dinledik, hep beğendik, hem arkadaş hem de albüm basılmadan önce de müdavimleriydik. 

Şimdiyse nihayet işi resmiyete döktüler, biz de gittik aldık nikahımıza.

Yarınsa düğünümüz var Ghetto'da, herkesi bekleriz!

Albüm yorumunu kendisi gibi ucu havada bırakmayı tercih ediyorum, ama özetini de sakınmayayım.

Çok iyi olmuş, çok da iyi güzel olmuş, son şarkı favorim değil ama 3 favorim sırasıyla İnan Bana, Dünya ve çıkış parçaları Karanlık Dokunmasın.

Ben İnan Bana klibi paylaşmayı tercih ederdim, eğer olsaydı. Ama Karanlık Dokunmasın'la da bu güzel davet nihayete erdirilebilir.

Yarın görüşelim, çünkü her şeyden önce herkes orada olacak, belki tanışabiliriz bile ;)


Geçen Pazarın Şiiri - 30



Kalbimden akıp gidenler
Bir yerlerde birikiyor.
Dönmediklerine göre
Güzel bir ova olmalı vardıkları yer.
Aradıklarını buldukları
Bir kucak gibi olmalı.
Ben de akıp gitsem oraya,
Bulur muyum azaldıklarımı?
Yeni bir diyar içine alır mı
Eskiye batmış avuçlarımı?
Şimdilik tutunduğum
Bu titrek dalda kalmalı.
Daha biriktirmeli damla damla hayatı.
Ki bir gün bıraktığımda
İçime saplanan bu dalı,
Düştüğüm yer tanıdık, ılık,
Tüm hayatlardan yığılmış
Yumuşacık bir yastık olsun.

Kalbimden geçip gidenler
Bir yerlerde kalakalıyor.
Nedir onları durduran?
Benden kendine çekip
Bir boşlukta bırakan...
Çekmeyi bırakıp sevdanın bir ucundan
Savrulsam o boşluğa,
Onca ismin arasında
Saran olur mu ruhumu?
Ama riske gelmiyor hayat.
Kalmalı şimdilik bu yamalı kalp içinde.
Esme zamanı geldiğinde,
Bir rüzgar olduğumda,
Kuyruğumda en güzel
Güz yapraklarını toplayıp
Kendi sevda cumhuriyetime
Vurduğumda ruhumu,
Yüzümü karşılayacak eller sonsuz olsun.

17.04.2012

Mola! Tokat geliyor...

Meksikalı zaar...

Buna dememişler hiç, ağzına vurmamışlar "Nimetle şaka olmaz!" diye.


Ha olmasına olur da millet neler yapıyor, tabloydu heykeldi, oymaydı. Şunun yaptığına bak.


Asabım bozuldu arkadaş akşam akşam.


Tipe gel, orta yerine çakasım var! Tevbeestafff...

Geçen Pazarın Şiiri - 29

Kim bilir...?


Nasıl böyle seviyorum seni?
İçimi mutlulukla
Doldurduğun için mi?
Nasıl bu kadar gülümsetebiliyorsun?
Ensemden omzuma
Tüm ruhumu gevşetebiliyorsun.
Bir sihir var sende ama ne?
Tüm dünyamda fırtınalar
Koparabilecekken,
Her şeyimle savurup sarsabilecekken,
İhtiyacım olan o ılık meltemlerle
Beni karşılıyorsun.
Ben boş mu duruyorum sanıyorsun?
Ayak direye direye,
Aslında çok isterken
İstememek için duygularıma yenile yenile
Sana aşık oluyorum
Tüm düşlerimle bağlanıyorum
Asla iflah olmaz şekilde
Aşka yine teslim oluyorum
Umut bu,
fakirin ekmeği
Hala her sabah belki bu defa diyorum...

16.04.2012

Albüm: Yeni Teoman Gelmiş Haanııım!

Altuğ is the new Teo kartları basılabilir yakında internetten...


Kimse için kırıcı olmak istemem ama yani bilemedim... Neyse yeni 14'lüklerin Teoman'ı olmak da kötü olmamakla birlikte vakti zamanında Şebnem Ferah'a Özlem Tekin için aynısı denmişti örneğinden yola çıkarak bu arkadaşımız da pek daha güzel biçimde ayrışabilir belki...


Eğer kulağınız yeni ufuklar açacak bir kapı beklemiyorsa bence gayet güzel dinlenebilir de...



Klip - Altuğ Akınsel - Söz Konusu Official ile  Altu_Aknsel


13.04.2012

Amsterdam Tefrikaları - 2



1. GÜN (...devam)
Saat 19.30'da hafiflemiş kafamla yatakta doğrulduğumda sevinçten zıplayasım geldi. Günlerden cuma olması itibariyle Van Gogh Müzesi saat ona kadar açıktı. Bizimkiler de müzedeydi. Koşarak peşlerinden gittim. (Aklınızda bulunsun yine cuma akşamları Rijksmuseum da akşam sekize kadar açık. Normal de her iki müzede akşam altıda kapanıyor.) Müzeye girdiğimde beyaz fonla kaplanan yerlere atılmış minderler üzerinde tarifsiz ifadelerle birbirine bakan arkadaşlarımı görünce tur için yalnız olacağımı anladım. DJ set kurulmuş, herkes eline içkisini almış, tatlı bir ortam olması da gözümden kaçmadı. Ben odaklı bir görev bilinciyle hızlıca turuma başladım. 


Yol çalışmasına şakacı yaklaşımlar...

Van Gogh'la ilişkim pek çok sanat adamı gibi annemin sonuçsuz gayretleriyle ilintilidir. Az bilgi, çokça görsel hatıra, zaman zaman kabarıp fark etmeden kaybolan merak... Bu müze tam da benim gibiler için kurgulanmış işte! Her şeyden çok dizilimini ve sergi mantığını sevdim müzenin. Yeteri kadar büyük, yeteri kadar kompakt, yeteri kadar kapsamlı. Sizi bıktıran uzun açıklamalar yerine akılda kalıcı hikayelerle donatılmış. Bir başka sevdiğim hareket ise yalnızca Van Gogh'un değil, kimi noktalarda etkilendiği ressamların eserlerinin de ilgili resimlerle birlikte sergilenmesiydi.

Gidemedim ama aklım kalmadı değil...


Her ne kadar tur çok uzamadıysa da ekibin açlık hızına yetişememiştim. Ben müzeden çıktığımda onlar çoktan Leidseplein'de bir pizzacıya konuşlanmışlardı bile. Ben de benimle birlikte sonradan uyku molasını şenlendiren Şuşu'mu da hostelden alarak karın doyurmaya gittim. Pizzalar güzel ve bereketliydi. Öyle ki sadece sipariş vererek mekanın kedisiyle yarışırcasına masadan doydum vallahi! Doğru tramvayı aramamız sona erdiğinde mini yolculuğumuz başladı.


Haklı gururun tebessümü daha tramvaya binmeden yerleşmiş yüzüme...

Tramvayı çözsek de henüz bilet sistemini çözemediğimizi tramvaydayken fark ettik. Ne bir kart ne de bir bilet alınacak yer vardı. Tramvaydan alabileceğimize dair bir bilgi vardı ama bindiğimiz tramvayda böyle bir hizmet yoktu. Ne yapalım kader, koskoca günde, koskoca şehirde kontrol bize denk gelecek değil ya! Bence bu cümlemden devamını anladınız. Tabii ki bunu düşündükten 3-4 durak sonra anlamadığımız cümleler arasından bir kontrol lafı duydum gibi oldu. Nitekim bunu güruh güruh insanların treni terk etmesi takip edince hemen ekibi galeyana getirip tramvaydan hızlı bir sızışa geçtik.


 Tavanda inekler vaaar! 
(bknz. Dam Meydanı!ndaki %100 Holland mağazası)


Şimdi düşündüğümüzde belki de o durak Dam Meydanı'nda olduğu için o kadar insan indi ve ben yanlış duymuştum... Ne fark eder ki, meğer zaten orada inmemiz gerekiyormuş :) Bu arada bir ara not daha - tramvayda bilet satışı var ama sadece yenilerinde... Yani tramvay geldiğinde önce içinde gözünüz gişe arasın ya da belki siz paşa paşa biletlerinizi Central Station'dan baştan alırsınız.


Gündüz gözüyle Central Station

Red Light District - nam-ı diğer Kırmızı Fener Mahallesi - bulunması zor bir yer olmasa da biz akşam kafasıyla biraz zorlandık. Sonra acaba nerdeki diye durduğumuz bir noktada kafamı bir sola çevireyim dedim ki soldaki daracık aralıktan çıkan insan grupları ve aralarından sıza kırmızı ışıklar kendini gösterdi. Her ne kadar oraya kadın başımıza girilmez diyenler olduysa da pek tabii ki aldırmadım. çift konumundaki hanımlar her ne kadar temkinli yaklaşsa da merak hepimizin gerçeği, biz de gidermiş olduk. Tabii bunun gazına gelip sex show'a mı girsek konularının peşini bırakmamız zaman alsa da doğru yolu bulduk. Hele biletler 35 avroyken. Eve mi götürüyoruz arkadaşım, bana hayrı ne?! Çıldırmış bunlar.


İlk günden izlenimleri toparlarsak:


Kayıp Bizans'ı bulduk :S
  • Schipol Havaalanı çok renkli. İlk girişte önünden geçtiğiniz hediyelikler çok güzel ama almanıza izin vermiyorlar. İşin kötüsü dönüşte de bulamadık bu defa :(
  • Central Station'ın muhteşem cephesinin önünden neredeyse her yere tramvay var. (Neredeyse demem tedbirden, kontrol etmedim çünkü.) I Amsterdam kartı almadık, hesaplarımıza göre hiç de karlı değildi ama net birşey de söylemiyorum. Herkesin kafasındaki rotaya göre bir bakmasında fayda var.
Bisikletler her yerde...
  • Tüm şehir eğer mızmız bir yaya değilseniz yürünebilir özellikte. Tabii ki benim gibi komik ilk gençlik anıları olmayanlar için en güzeli bisiklet. Yine de yürüyüş için elinizde bavul varken acele etmeyin. Enerjinizi tura başladığınız ana saklayın.
  • Başka hostellerle ilgili bir yorum duymadık ama bizimkinin yeri de temizliği de ortamı da güzeldi. Tavsiye ederim. 
Ayrıca her hafta yeni bir kelime de öğretiyor...
  • Hostellerin kendi yürüyüş-bisiklet vb turları da oluyor, çoğunlukla ücretsiz. Hosteli bulmak için ihtiyacınız yoksa harita almak için acele etmeyin, en kullanışlısı hosteldeki ücretsiz harita çıktı.
  • Eğer siz de bizim gibi cuma günü orada olacaksanız bugüne özel olarak hem müzelerin uzatılmış saatlerinden hem de kitap pazarından muhakkak faydalanın.