12.04.2012

Amsterdam Tefrikaları - 1

1. GÜN 


Güneşli bir cuma sabahında Şuşu'cuğumla Sabiha Gökçen'e doğru servisle seyirtiyor idik. Havanın güzel olması tatilin talihi ile ilgili umut veriyor dedim kendi kendime. Ottan püsürden işaret çıkarmaya bayılıyorum çünkü östrojenim sağolsun! Havaalanında saçma bir zorlukla 8 kişi tam tekmil toplanmayı ancak uçakta başarabildik. Uçak kısmında tabii ki anlatılacak bir şey yoktu. Benim genelde dönüşümden 3 gün sonra doldurduğum seyahat günlüğüme başlama disiplinim ve uçuşun sonunda korktuğumuz ağrının gelip beynime saplanması dışında...


Ben işe yoklamayla başlarım!


Kötü kısımları geride bırakırsak Schipol Havaalanı'ndan başlayalım. Bu denli başa gidiyorum çünkü bu karman çorman sanatla demir karışımı garip havaalanı çok hoşuma gitti. Zira bir mekandan ziyade 'Amsterdam kafası' tabir ettiğimiz şeyi ilk adımdan gösteren bir varlık kendisi. Saçmalık, komiklik, kalabalık ve düz anlamsız boşluklarla dolu.


Schipol Havaalanı


Tam bir Türk topluluk olarak tren biletini almak için kioskun tepesine on kişi yığılmaktan, trene gelişine yolda zıplamaya kadar kendimizi belli edecek hareketleri bir nefeste halledip merkeze vardık. Burada bir notun yeri geldi, çok sevgili eski arkadaşım Avcı ekibin Şuşu ve benden geri kalanı tarafından önceki deneyimlerine dayandırılarak rehber tayin edilmişti.


Açlıktan öleyazıyorduk...

 Kendisini çok sevmekle birlikte ekibin bu yersiz güveni bunun bize 15 dakikada varılacak hostele 40 dakikada bütün şehri bavulları çeke çeke tarayarak tabanvay metoduyla varmamıza mal oldu. (Kusura bakma canım :D) Ama olsun bu ve hostelin kargacık burgacık inişli çıkışlı girişi bize hiç mani olmadı. Odaya eşyaları fırlattığımız gibi kendimizi dışarıya atmamamız bir oldu.


Flying Pig (uptown olanı) adındaki hostelimizin yeri çok iyiydi. Hemen Vondelpark'ın bitişiği desek tam yeridir. Üstelik kocaman pencerelerinden de güne bu park manzarasıyla başlanıyordu. Kısa bir yürüyüşle şehir tiyatrosu gibi başka tiyatrolar ve pek çok kafenin bulunduğu ufacık tefecik içi dolu turşucuk Leidseplein Meydanı'na varılıyordu. (Şimdi plein meydan demek ya, ben uluslararası bir anlatım bozukluğuna mı sebep oldum az önce acaba?) 


İlk kolektif kafa karışıklığımız burada gerçekleştik. Uzun süredir açtık ve bu göbekten şehir turu bizi çok yormuştu. Ben artık ağrı seviyesinde zirveye ulaştığımdan yarım adam sayılırdım zaten. Bu noktada da ilk koğuş geldi. Biz Şuşu'yle kendimizi meydandaki Burger King'e atarken ekip patates-bira arayışını sürdürdü. Sonradan öğrendiğime göre arayışlarına noodle ile son vermişler.


Bu grubu hangi yorgunluk engelleyebilirdi ki! Ben hariç :(


Günün devamında herkesle birlikte keyifli bir ilerleyişten bahsetmek isterdim ama bu kısımda benim Şuşu'yu yarım bıraktığım yemeğimle terk edip, ağlayarak ağrımla hostele dönüşüme gelmiş bulunuyoruz. 4 saatlik bir sinir bozukluğu uykusunun ardından bunun acısını çıkardığımız bir akşama ilerleyeceğiz. (Ve ben bu toparlayışta ısrarla annemin dualarına pay çıkarıyorum, ağrıkesiciyi saatler öncesinde de içmiştim zira... :S)


Sıradaki: Van Gogh Museum, pizzacı, tramvay macerası, Dam Meydanı, Kırmızı Fener Mahallesi, ...

Hiç yorum yok: