18.11.2011

Paris Tefrikaları - 6 / Museé Rodin

Bir buçuk ay ara vermek ayıp olmuş ama aklımın içinde kaybolduğum çoktur böyle...

PARİS'TE ÜÇÜNCÜ GÜN / Museé Rodin


Ne demiştik? Ben kalender meşrebim...

Her ne kadar St. Etienne'in Lyon'da olduğunu öğrendik sonra Ezgi meşrebimden ayrılsa da ben ruhen devam ediyordum. Çünkü çok uzun zamandır beklediğim bir ziyarete gelmişti sıra. Museé Rodin!

İsterdim ki şimdi size bunun önemini açıklayacak etkileyici ve unutulmaz bir anı tellendireyim. Ama maalesef öyle bir anım yok. Üstelik sanattan anladığım da yok. Peki bu manyak niye bu müzeye takıkmış?

Tek sebebi hatırlamadığım zamanda, hatırlamadığım bir filmde, hatırlamadığım oyuncuların bir gözümde yanık bir fotoğraf gibi asla tamamlayamadığım bir sahnesinin burada çekildiğini hatırlıyorum... Net olan tek şey eveki ışıktı. Bu evde, yani Rodin'in evinde... Ve o ışık beni buraya çekmiştir her daim. (Bu arada buradan yola çıkarak film Rodin'in hayatı filan olabilir mi acaba...?)


Ev çok güzel, bahçe çok güzel, ışık çok güzel... kim olsa sanatçı olur dedirten cinsten. Ha ben olsam olur muydum? Pek sanmıyorum! Ama belki sevgili durumundan güzel günleirm olurdu burada o zamanda yaşasaydım kim bilir...

Müzede hayran kaldığım o kadar çok heykel oldu ki, Seren'in Milano'da hakkımda yaptığı tespitin gerçekliği netlik kazandı. (Ben heykellerden heyecanlanıyorum yahu!) O yüzden sondan başa giden bir top 3 listesi yaptım. Alors!

- 3'ün 1'i -

Le Main de Dieu / or La Création

Üçüncü sırayı iki heykel paylaşıyordu, seçemedim ve ilginizi çekecek de bir ara başlık arıyordum... Tanrı'nın Eli / yahur Yaratılış burada net çıkmasa da karşısına geçtiğinizde sizi romantik değil ama varoluşçu ruhunuzdan vuruyor.

- 3'ün 2'si -



Le Sommeil

Huzurlu, derin ve sessiz... Uyku kaybettiğim ve buldukça ertelediğim bir parçamı hatırlattı bana...

- 2 -


Eve

Rodin'in bu hüzünlü heykeli yapışı Atatürk'ün doğum yılına denk geliyor. Bakışlarını ve başını neyden kaçırdığını bilmiyorum ama konumlanmasıyla figürün buluşmasından doğan hüzün oldukça etkileyiciydi. Söz verdiğim gibi karşısından ayrılıp sergiyi tamamladığımda dönüp bir kez de Jüli için baktım ona...


- 1 -

L'eternal Printemps

Paris'teki en etkilendiğim heykel bu değil ama ikinci sırayı yine bu evdeki halefleriyle paylaşıyor. Sonsuz İlkbahar diye çevirebileceğimiz ismiyle gönlümde taht kurdu. Neden sadece bronz verisyonunun fotoğrafını çekmişiz bilmiyorum...

 
Eserler ve ev kadar bahçede de kendinizi kaybediyorsunuz. Belki buraya her daim dönüp dönüp gelirken bulabilirsiniz kendinizi. Sanırım bu yüzden oraya ayrı bir giriş verip, ayrı bir sembolik (1 euro) ücretlendirme yapmışlar.


Evin önünden inen merdivenlerden baktığınız çalılıklarla çizilmiş havuzlu bahçenin sonundan yine çalı taklidi kapılarla geçtiğiniz bir toprak kısme geleceksiniz. Orayı geçtiğinizde karşınızda toprak ve ağaçlıklı bir açık alan ve davetkar banklar bulacaksınız.


Heykeller, ön bahçe, her şey nefis ama o banklar... Hazırladığım ölümcül turların arasında benim değilse kesinlikle Ezgi'nin hayatını kurtardı. Kendimizi banklara bırakırken garip hissetmedik değil, ama kendimizi alamadık. O esnada hemen solumuzda piknik yapan aileyi fark edince o gariplik de kalmadı zaten!



Kendimizi toplayıp da nihayet banklardan kalktığımızda az önceki girişin solunda yer alan ve ön bahçeye dek uzanan mini ağaçlık alandaki açık sergiden başladığımız yere döndük. Ve tabii ki ZNS'nin hediyelik eşya dükkanından sonra bir müzede en sevdiği ikinci yan sanayi alanına ilerledik; havuzlu bahçenin sağında yer alan kafeye!

Kendimize güzel olduğunu ümit ettiğimiz
ancak vasat çıkan birer çorba ısmarladıktan sonra
dondurmasız kalkmak olmazdı.

Buradan Quartier Latin'e gitmek üzere ayrılırken ccC'ye yeni bir boyut katacak bir açılım bulduk:


Sırada Ne Var? Quartier Latin, Cafe des Flores, St. Martin kanalı, Oberkampf.

BONUS: Heykelleri soraladık ama bir  bonus ödülü vermeden geçmek olmazdı, hele de Rodin'in Beyoncé koreografisine dahi ilham verdiğini keşfedince!!!





Hiç yorum yok: