25.11.2011

Paris Tefrikaları - 7

PARİS'TE 3. GÜN / Tur Tamam Kafa Dinliyorum!


Paris'te 3. günümü genel turun ardından en çok görmek istediğim yerlere ayırmıştım. Museé Rodin bunların ilkiyse, Cafe des Flores ikincisiydi. Invalides'den Quartier Latin'e ilerlerken aklım Seine'e kaymadı değil, ama maalesef ki New York, Londra ve Prag'dan sonra tarih bir kez daha kendini tekrar edecek ve yine nehir turunu diğer görmek istediğim yerler uğruna es geçecektim.



O gün beni mahvettiyse Quariter Latin kaldırımlarındaki tezgahlar mahvetti! İnanır mısınız bu tezgahı es geçmeyi başarabildim! Ancak bir başka tezgahta dev pandispanya çöreği ve bütün bir clementine'in reçele dönüşmüş haline yenik düştüm...


Uzun bir yürüyüşün ardından Les Deux Magots ile Cafe Des Flores arasında kararsız kaldım. Sonuç Cafes Des Flores'dan yana olsa da aklım Les Deux Magots'da kalmadı değil.


Ezgi'yi ve dünyanın en kötü kadrajını
bir kez daha ayakta alkışlayalım, buyrun efendim!


Bu faslın sonunda artık pes eden Ezgi akşamki Oberkampf öncesi dinlenmek üzere hostele dönme kararı aldı. Ben de J'etem tarafından spontane bir st. martin gezisine çekildim.


Efenim rehberimden öğrendiğim kadarıyla bu kanal pek çok filme sahne olmuş, benim tek hatırlayabildiğim ise Amelié'nin balığını suya bıraktığı sahne oldu. Bilmem siz başka hangi filmleri çıkarırsınız. Hava güzel, gezmekten kafam güzel, değmeyin keyfime!



Çok sevgili J'etem yalnızca kanalı seveceğimi tahmin etmekle kalmamış, yiyeceğimiz kafeyi ve beni gezidreceği tasarım dükkanı da düşünmüş. Ve fakat dükkanın kapanış saatini düşünememişti. Tam kepenkler yarıdayken altından kaçmak suretiyle kendimizi içeri atmıştık ki tabii ki kapatmaya çalışan eleman engeliyle karşı karşıya kaldı. Anlamadığım iki cümlelik fransızca diyalogdan sonra adam bana fransızca birşey sordu ve J'etem "Sadece oui de!" diye beni aydınlattı. Sonradan öğrendim ki o tek kelimeyle aslında baktığım tek birşey olduğunu, sadece ona bakıp çıkacağımı ve çok zaman almayacağımı belirtmiş olmuşum :S


Chez Prune'de ikindi kahvesi

Kahve aşkımı da ihmal etmeyen rehberim beni bu küçük bistroya götürdü. Odaksız sohbetimizin ardından "Buranın kanal kıyısı keyfi meşhurdur" diyerek kahveden alkole geçiş için mini bir alışverişle kanal kenarına yerleştik ve Oberkampf saatimizin gelmesini bekledik, hem de hiç aylaklıktan kaçınmadan!


Önce zaman aheste akıyordu, sonra bir baktık ki neredeyse geç kalıyoruz! Zaman kavramım iyice kendinden geçti. Neyse ki toparlandık ve yola koyulduk. Oberkampf'a kalmadan arada bir yerde de Ezgi'yi bekledik aslında ama ne o yerin adını hatırlıyorum, ne de fotoğrafını çekmişim. Oysa ki çok renkli bir sokaktan geçmiştik...

Saat akşam yediyi bulunca aylaklık mesaisine devam
etmeleri için görevi ördeklere devrettik ve oradan ayrıldık...


Neyse ki grup sonunda toplandı ve gece start aldı. Ayaküstü birasıyla başlayan geceye İspanyol mutfağıyla devam ettik. Gecenin sürpriziyse J'etem'in ve Iwan'ın bizi tanıştırdıkları arkadaşının adeta Kıvanç Tatlıtuğ'un kuzeni olmasıydı. Ve evet bütün akşam çocuğun yanında bunun geyiğini yapacak kadar ahlak düşkünü olmakla birlikte en nihayet kendisini Kıvanç fenomeninin ne olduğuna dair aydınlattık!

Resimdeki Kıvanç'ı fark edebiliyor musunuz?

Şimdi buradan bakınca pek öyle değilmiş gibi geldi ama orada benziyordu yahu!

Hiç yorum yok: