28.11.2011

Ve Ruh Kışa Teslim Olur...


Bazen oluyor öyle.

Bir sabah uyanıyorum, her şey çok güzel, o kadar ki duygulanmaktan gözyaşlarına boğulacağım. Havada uçuyor gibi yürüyorum ve aslında hiçbir sebebi olmuyor. Aslında dünkü gibi yolunda her şey. Yani yolunda ama yeni birşey yok. yeni olan tek şey belki son an farkındalığının getirdiği heyecan.

Sonra bir sabah uyanıyorum, her şey yolunda ama ben o yolda değilim. Çıkmışım raydan ayrı bir yere doğru sürükleniyorum havada. Oluruna bıraksam her şey gözden kaybolacak. Bırakmasam... halim de yok hevesim de...

Bunda havanın hiçbir payı yok artık çok açık. Dünyanın en güzel sabahlarından birine çıktım bugün ve kıymetini bilecek ruhum yorgun ve hüzün doluydu.

Hayata olan aşkım dengesiz vesselam. Ama şanslıyım ki bazen ben ona tutunuyorken, bıraktığımda da o beni tutuyor.

Bugün bu düşünce bile tüm güzelliğine rağmen bana hüzün veriyor...

* Fotoğraf: Bernard Safran






KALK KALK KALK, UYAN!

HAYDİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ!



25.11.2011

Tehdit Değil Uyarı

Pazartesi sabah ve Cuma öğleden sonra...


...işimi zorlaştırmak istemezsiniz.

O kadar düğüne böyle test...

5. düğünümden dönüşü beklerken, havaalanında test çözeyim dediydim. Son soru bu geldiydi...

Paris Tefrikaları - 7

PARİS'TE 3. GÜN / Tur Tamam Kafa Dinliyorum!


Paris'te 3. günümü genel turun ardından en çok görmek istediğim yerlere ayırmıştım. Museé Rodin bunların ilkiyse, Cafe des Flores ikincisiydi. Invalides'den Quartier Latin'e ilerlerken aklım Seine'e kaymadı değil, ama maalesef ki New York, Londra ve Prag'dan sonra tarih bir kez daha kendini tekrar edecek ve yine nehir turunu diğer görmek istediğim yerler uğruna es geçecektim.



O gün beni mahvettiyse Quariter Latin kaldırımlarındaki tezgahlar mahvetti! İnanır mısınız bu tezgahı es geçmeyi başarabildim! Ancak bir başka tezgahta dev pandispanya çöreği ve bütün bir clementine'in reçele dönüşmüş haline yenik düştüm...


Uzun bir yürüyüşün ardından Les Deux Magots ile Cafe Des Flores arasında kararsız kaldım. Sonuç Cafes Des Flores'dan yana olsa da aklım Les Deux Magots'da kalmadı değil.


Ezgi'yi ve dünyanın en kötü kadrajını
bir kez daha ayakta alkışlayalım, buyrun efendim!


Bu faslın sonunda artık pes eden Ezgi akşamki Oberkampf öncesi dinlenmek üzere hostele dönme kararı aldı. Ben de J'etem tarafından spontane bir st. martin gezisine çekildim.


Efenim rehberimden öğrendiğim kadarıyla bu kanal pek çok filme sahne olmuş, benim tek hatırlayabildiğim ise Amelié'nin balığını suya bıraktığı sahne oldu. Bilmem siz başka hangi filmleri çıkarırsınız. Hava güzel, gezmekten kafam güzel, değmeyin keyfime!



Çok sevgili J'etem yalnızca kanalı seveceğimi tahmin etmekle kalmamış, yiyeceğimiz kafeyi ve beni gezidreceği tasarım dükkanı da düşünmüş. Ve fakat dükkanın kapanış saatini düşünememişti. Tam kepenkler yarıdayken altından kaçmak suretiyle kendimizi içeri atmıştık ki tabii ki kapatmaya çalışan eleman engeliyle karşı karşıya kaldı. Anlamadığım iki cümlelik fransızca diyalogdan sonra adam bana fransızca birşey sordu ve J'etem "Sadece oui de!" diye beni aydınlattı. Sonradan öğrendim ki o tek kelimeyle aslında baktığım tek birşey olduğunu, sadece ona bakıp çıkacağımı ve çok zaman almayacağımı belirtmiş olmuşum :S


Chez Prune'de ikindi kahvesi

Kahve aşkımı da ihmal etmeyen rehberim beni bu küçük bistroya götürdü. Odaksız sohbetimizin ardından "Buranın kanal kıyısı keyfi meşhurdur" diyerek kahveden alkole geçiş için mini bir alışverişle kanal kenarına yerleştik ve Oberkampf saatimizin gelmesini bekledik, hem de hiç aylaklıktan kaçınmadan!


Önce zaman aheste akıyordu, sonra bir baktık ki neredeyse geç kalıyoruz! Zaman kavramım iyice kendinden geçti. Neyse ki toparlandık ve yola koyulduk. Oberkampf'a kalmadan arada bir yerde de Ezgi'yi bekledik aslında ama ne o yerin adını hatırlıyorum, ne de fotoğrafını çekmişim. Oysa ki çok renkli bir sokaktan geçmiştik...

Saat akşam yediyi bulunca aylaklık mesaisine devam
etmeleri için görevi ördeklere devrettik ve oradan ayrıldık...


Neyse ki grup sonunda toplandı ve gece start aldı. Ayaküstü birasıyla başlayan geceye İspanyol mutfağıyla devam ettik. Gecenin sürpriziyse J'etem'in ve Iwan'ın bizi tanıştırdıkları arkadaşının adeta Kıvanç Tatlıtuğ'un kuzeni olmasıydı. Ve evet bütün akşam çocuğun yanında bunun geyiğini yapacak kadar ahlak düşkünü olmakla birlikte en nihayet kendisini Kıvanç fenomeninin ne olduğuna dair aydınlattık!

Resimdeki Kıvanç'ı fark edebiliyor musunuz?

Şimdi buradan bakınca pek öyle değilmiş gibi geldi ama orada benziyordu yahu!

24.11.2011

Geçen Pazarın Şiiri - 19



Ufalıp ufalıp
Minicik kaldım
Sanki her an
Ayak altında kalıp
Dağılacağım
Hem her yerde gibiyim
Hem sanki az sonra
Sessiz sedasız yok olacağım
Etraf ne kadar kalabalık
Adım geliyor kulaklarıma
Herkes bana sesleniyor gibi
Ama işte ışıklı bir odada
Yapayalnızım
Bakıyorum uzun uzun
Sadece sessizlik ve kitaplarım
Bir de derin boşluk duygusu
Ama o apartman boşluğunun
Odama sızan mavi ışıklarından sanırım
Kendimi sıkıp sıkıp
Gece vakti caddelere
Kimsesiz sırlarımı
Açışım
Hem acı hem doğal
Bu denli yalnız kalışım
Hiç emin değilim ki
İnsansızlıktan mı
Yoksa biraz nankörce
Dillenen insafsızlıktan mı
İçimde saklı her şey
Kapalı kapılar taşıyarak
Açık olabimlek karşındakine
İnan ki kolay değil
Ama yolu yok ki
Başka türlü hayatı
Paylaşmanın...


İyiyle kötü, evetle hayır,
Olur da olmaz, durur da kalkmaz
İçimdeki o şeffaf duvar...

3 Dakika Mola!

Sade, Şık, İçten, Enerji Dolu...

Bu akşamüstü rehavetinde kendimizi toplayabilmek için birebir



23.11.2011

Enfes: Je Veux En Turc

Hanım kızımıza Türkçe de yakışır...

Şarkılara geyiğine yazılan Türkçe sözler iyi olursa zaten çok eğleniyordum. Adamlar bir de ciddi ciddi yapmış yahu. Olmuş da hani.

Şişirmedir, balondur, Edith Piaf'ın eline su dökemezdir, sabun köpüğüdür. E ben bunların hepsini seviyorum ki zaten, Zaz da Je Veux de buna dahildi, şimdi tam oldu.


18.11.2011

Paris Tefrikaları - 6 / Museé Rodin

Bir buçuk ay ara vermek ayıp olmuş ama aklımın içinde kaybolduğum çoktur böyle...

PARİS'TE ÜÇÜNCÜ GÜN / Museé Rodin


Ne demiştik? Ben kalender meşrebim...

Her ne kadar St. Etienne'in Lyon'da olduğunu öğrendik sonra Ezgi meşrebimden ayrılsa da ben ruhen devam ediyordum. Çünkü çok uzun zamandır beklediğim bir ziyarete gelmişti sıra. Museé Rodin!

İsterdim ki şimdi size bunun önemini açıklayacak etkileyici ve unutulmaz bir anı tellendireyim. Ama maalesef öyle bir anım yok. Üstelik sanattan anladığım da yok. Peki bu manyak niye bu müzeye takıkmış?

Tek sebebi hatırlamadığım zamanda, hatırlamadığım bir filmde, hatırlamadığım oyuncuların bir gözümde yanık bir fotoğraf gibi asla tamamlayamadığım bir sahnesinin burada çekildiğini hatırlıyorum... Net olan tek şey eveki ışıktı. Bu evde, yani Rodin'in evinde... Ve o ışık beni buraya çekmiştir her daim. (Bu arada buradan yola çıkarak film Rodin'in hayatı filan olabilir mi acaba...?)


Ev çok güzel, bahçe çok güzel, ışık çok güzel... kim olsa sanatçı olur dedirten cinsten. Ha ben olsam olur muydum? Pek sanmıyorum! Ama belki sevgili durumundan güzel günleirm olurdu burada o zamanda yaşasaydım kim bilir...

Müzede hayran kaldığım o kadar çok heykel oldu ki, Seren'in Milano'da hakkımda yaptığı tespitin gerçekliği netlik kazandı. (Ben heykellerden heyecanlanıyorum yahu!) O yüzden sondan başa giden bir top 3 listesi yaptım. Alors!

- 3'ün 1'i -

Le Main de Dieu / or La Création

Üçüncü sırayı iki heykel paylaşıyordu, seçemedim ve ilginizi çekecek de bir ara başlık arıyordum... Tanrı'nın Eli / yahur Yaratılış burada net çıkmasa da karşısına geçtiğinizde sizi romantik değil ama varoluşçu ruhunuzdan vuruyor.

- 3'ün 2'si -



Le Sommeil

Huzurlu, derin ve sessiz... Uyku kaybettiğim ve buldukça ertelediğim bir parçamı hatırlattı bana...

- 2 -


Eve

Rodin'in bu hüzünlü heykeli yapışı Atatürk'ün doğum yılına denk geliyor. Bakışlarını ve başını neyden kaçırdığını bilmiyorum ama konumlanmasıyla figürün buluşmasından doğan hüzün oldukça etkileyiciydi. Söz verdiğim gibi karşısından ayrılıp sergiyi tamamladığımda dönüp bir kez de Jüli için baktım ona...


- 1 -

L'eternal Printemps

Paris'teki en etkilendiğim heykel bu değil ama ikinci sırayı yine bu evdeki halefleriyle paylaşıyor. Sonsuz İlkbahar diye çevirebileceğimiz ismiyle gönlümde taht kurdu. Neden sadece bronz verisyonunun fotoğrafını çekmişiz bilmiyorum...

 
Eserler ve ev kadar bahçede de kendinizi kaybediyorsunuz. Belki buraya her daim dönüp dönüp gelirken bulabilirsiniz kendinizi. Sanırım bu yüzden oraya ayrı bir giriş verip, ayrı bir sembolik (1 euro) ücretlendirme yapmışlar.


Evin önünden inen merdivenlerden baktığınız çalılıklarla çizilmiş havuzlu bahçenin sonundan yine çalı taklidi kapılarla geçtiğiniz bir toprak kısme geleceksiniz. Orayı geçtiğinizde karşınızda toprak ve ağaçlıklı bir açık alan ve davetkar banklar bulacaksınız.


Heykeller, ön bahçe, her şey nefis ama o banklar... Hazırladığım ölümcül turların arasında benim değilse kesinlikle Ezgi'nin hayatını kurtardı. Kendimizi banklara bırakırken garip hissetmedik değil, ama kendimizi alamadık. O esnada hemen solumuzda piknik yapan aileyi fark edince o gariplik de kalmadı zaten!



Kendimizi toplayıp da nihayet banklardan kalktığımızda az önceki girişin solunda yer alan ve ön bahçeye dek uzanan mini ağaçlık alandaki açık sergiden başladığımız yere döndük. Ve tabii ki ZNS'nin hediyelik eşya dükkanından sonra bir müzede en sevdiği ikinci yan sanayi alanına ilerledik; havuzlu bahçenin sağında yer alan kafeye!

Kendimize güzel olduğunu ümit ettiğimiz
ancak vasat çıkan birer çorba ısmarladıktan sonra
dondurmasız kalkmak olmazdı.

Buradan Quartier Latin'e gitmek üzere ayrılırken ccC'ye yeni bir boyut katacak bir açılım bulduk:


Sırada Ne Var? Quartier Latin, Cafe des Flores, St. Martin kanalı, Oberkampf.

BONUS: Heykelleri soraladık ama bir  bonus ödülü vermeden geçmek olmazdı, hele de Rodin'in Beyoncé koreografisine dahi ilham verdiğini keşfedince!!!





17.11.2011

1 saniye Mola!

Seviyorum böyle komiklikler şakalar...

Hediye Siparişim Var!

Yeni Yılın Yaklaşmasını Kutlayalım mı? ....sonra az kalmasını, son geri sayımın her günü sonra da gelişini kutlarız :D

Sabah mönüsü bu;



Akşam mönüsü de bu ossun!


Beni bilen bilir, kahve ve çikolata dendi mi sınır tanımam!

11.11.2011

Geçen Pazar'ın Şiiri - 18


Bir dün gördü gül yüzüm
Gül ki dikenleri
Bir kılıç gibi
Dudaklarıma dayanmış
Kana kana içine
Çekiyor çığlıklarımı
O gül ki gün yüzü görmeden
Karanlığa açtı yapraklarını
Bir bir çekildi topraktan
Işıl ışıl günlere sakladığı umutları
Kök salmış gibi ağlamaklı duvarlara
Çıkamıyorum içinden
Bitmek bilmez yalnızlıklarımın

Minik bir mum alevi
Kadar kaldı bekleyişim
Beklemekte sebat edişim
Dönüp gidemediğim için
Yani aşktan arta kalan
Yarım bir gurur için
Hala saklı inancım
Perdeleri çekip de
Sırtımı soğuk toprağa vurduğumda
Boşlukta kalan kalbim
Birşeyler söylemiş olsun diye

Anlam için her şey
Bir neden
Ama boşluk aynı boşluk
Yüzyıllardır hep orada
Hiç eksilmeden
Yazık ki kalkmayacak oradan
Ta ki bedenimden 
Çekip kapıyı
Su misali akıp gitmeden...

10.11.2011

Bir Teselli Ver feat. Jessie J

Madem geldik yine dükkana, züğürt tesellisini çok görmeyelim...