29.09.2011

Paris Tefrikaları - 4

PARİS'TE İKİNCİ GÜN - (devamı)

McDonalds'dan kalktıktan sonra Place de la Concorde istikametinde turumuza devam ettik. Yol üzerinde pek çok mağaza olmasına rağmen benim aklım tek bir tanesindeydi. Tahmin etmesi aslında çok güç değil...

LADUREE ZAMANI!

 O kadar şendim ki!

Aslında o denli meraklı olmama rağmen yakın zamana dek Ladurée'den haberim yoktu. E hor görmeyin, bilmemek değil, öğrenmemek ayıp. Mevzu yemek, hele de tatlı oldu mu, ayıp kapatma hızında rakip tanımam! Güzel denk geldi öğrenişimin ardından bir kaç ay sonra tatması da kısmet oldu. Mağaza pek hoş, pek tozlu, aynı zihnim gibi :)

Vitrinde boylu boyunca makaronlar, tartoletler, kurabiyeler uzanırken beklemesi ne kadar zorsa, sıra size geldiğinde seçim yapması da bir o kadar zor. Bu zorlu görevin içinden biraz yardımla alnımın akıyla çıktığım gibi kendimi karşıdaki banka atıp ilk tadımımı yaptım. Bunun için karizmatik ve özel bir tören düzenleyişimi anlatmak isterdim ama ne yazık ki ben o insanlardan değilim.



ZNS'nin Seçimleri
  • Fıstıklı
  • Kahveli
  • Ahududulu
  • Çikolatalı
             veeeee çilekli tart! (Buna fena zaafım vardır)




Bu tatlı mı tatlı aradan sonra kalan makaronlarımı ve tartımı bir sonraki yorgunluk molasına saklayarak yola devam ettim. Şimdiki liman Place de la Concorde olacaktı ve önümüzde bizim kolay aşılır zannettiğimiz ancak bitmek bilmeyen bir yol vardı. Grand ve Petit Palais'lere varmadan bir evvelki kaldırımda önümüze bir kalabalık çıktı. Anlam veremediğimiz ama kolay kolay da geçemediğimiz bu güruh alelade bir bina girişinin önünde birikiyordu. Adeta özel bir gece kulübüne giriş gibi kırmızı halı üzerinden sırayla alınıyorlardı. Binanın hemen yanından açılan bahçe kapısında hoş görünümlü mankenler ve buradan ellerinde poşetlerle çıkan insanlar fark ettik sonra.


 Meğer canım Champs Elysées'ye Abercrombie & Fitch bir mağaza açmış, delirmiş Fransızlar da buna akın ediyormuş!


 


Yolun devamında anlam vermediğimiz bir açıklıkta restoran olduğunu tahmin ettiğimiz bir hoş bina gördük. Önündeki çimler de bize Güney Meydan'ı hatırlatınca bir soluklanmaya karar verdik.   
 
 Oooooh sefa olsun!

Malak ruhlarımızı çimlerden topladıktan kısa bir süre sonra nihayet Place de la Concorde'a vardık. Bu neredeyse bir semt büyüklüğündeki meydan beni heyecanlandırsa da, Paris'e geldiğimden beri bilmemkaçıncı kez bu denli resmedilesi bir gökyüzü görmediğimi düşündüm. Hakiki bir tablonun vücuda gelmiş hali gibiydi. Ne meydandaki çeşmeler, ne bizim Sultanahmet'teki dikilitaşın kardeşi bu güzelliğin önüne geçemedi.

Yok böyle gökyüzü!

PARK KEYFİ BAMBAŞKA


Place de la Concorde'dan hemen Jardin des Tuileries'ye girecektik ki girişteki hediyelik eşya dükkanlarına yakalandım. Normalde hiç sevmem aslında hediyelik eşya. Ama burada o kadar güzel şeyler vardı ki. Gezinin tamamını da ele aldığımızda, şu ana kadar gezdiğim yerler arasında en alınıp kullanılır ve sevilir hediyelik eşyaları Paris'te bulabileceğinizi söyleyebilirim rahatlıkla. Kendimi kaybetmişken neyse ki arkadaşlar topladı da parka girip bu güzel manzarayla karşılandık.

 


Park oldukça keyfi çıkarılır bir yerdi. Bir şey varsa oldukça tozluydu. Toz toprak gibi de değil, garip beyaz bir toz. Abartmadan tarif vermek gerekirse siyah spor ayakkabılarım parkın öbür ucundan çıktığımızda bembeyaz olmuştu gerçekten.


Parkın en sevdiğim yanı boştaki yeşil sandalyeleri oldu




Günün üçüncü molasını buradaki bir kahvede verdik. Kalan makaronları da tam burada mideye indirdim. Burada dinlenmesi de, yemesi de, etrafı izlemesi de çok keyifliydi. Her yerde birileri ya bir ağaç dibinde müzik dinliyor, ya bir bankta eskiz karalıyor ya da az ileride bir masada sefasına bakıyordu.

Bu da ZNS'nin sanatsal çalışması olsun:



Jardin des Tuileries'nin Louvre'a bakan
çıkışında bir hanım ablanın kitap sefası
ve onu dikizleyen heykel bir de kuş...






Jardin des Tuileries'den çıkınca biraz ileride sizi Louvre'un görkemli manzarası karşılıyordu. Gözleriniz onda ilerlerken bir süre sonra iki yanınızda labirent benzeri ağaçlıklar, onun da az ilerisinde bir karavandaki Paul şubesi beliriyordu.




Kruasan sevdanıza direnip ilerlediyseniz Louvre'un önündeki meydana varmışsınız demektir. Ama bugün tur günüydü. Bugün bir bakış atıp yolumuza devam ettik. 


Amacımız Les Jardins du Luxembourg'a gitmekken, otobüsten indiğimizde kendimizi nerede bulduk dersiniz? Tam aksi istikametteki Gare St. Lazare! Eh madem buraya geldik, vardır bir hayır deyip şöyle bir turlayalım dedik. İyi ki de demişiz, çok tatlı bir dükkan bulduk ve yarıya indirdik!


Çilekli tarta zaafım var demiştim!

Yolumuzu bulduktan sonra en merak ettiğim yerlerden biri olan Ile de la Cité'ye doğru yola çıktık. Zaman itibariyle Les Jardins du Luxembourg sevdamızdan vazgeçmiştik. (Ne yazık ki gezinin sonu geldiğinde halen bu vakti bulamamış olacaktık. Ne yapalım, bir dahaki sefere...)

MADEM KAYBOLDUK NOTRE DAME'A GİDELİM


Bu poza layık metro durağını bulmak inanın çok zor oldu :S






Yolda yağmur çiselemeye başladı.
Ama bu bizi köprü keyfinden de
sahildeki ilginç tezgahları
arşınlamaktan da alıkoyamadı.


İlk durağımız Notre Dame de Paris zannediyorduk ki tuvalet ve yemek ihtiyacı bizi bir kafeye yönlendirdi. Dünyanın en tatlı! garsonunu bulduğumuz kafeyi güç bela bırakarak kiliseye yollandık. Son dakikada da olsa bu ulvi ziyareti tamamladık :S

İşte benim dileğim de oralarda bir yerde =)

Notre Dame Kilisesi'nden çıktıktan sonra akşam gitmeyi planladığımız caz barı bulmak için hostele dönmeden önceki son durağımıza doğru yola çıktık. Bir de baktık ki o yol bizi nereye götürsün?! İçinde kendimi uzun uzun kaybetmeden önce bir oturup soluk aldığım Shakespeare & Co'ya!

O diil de sağdaki çeşme size de Ortaköy'dekinin aynı gelmedi mi?

SIRADA NE VAR? Paris'te tatlı bir bistroda başlayan ve harika bir jam session'la Duc des Lombards'da biten bir cuma gecesi. Bir de Ezgi*'nin macerasının ilk ayağı!




* Şu dakkada Ezgi de kim diyenler için, Paris'te benimle koşturan hanım arkadaşımız efendim...




Hiç yorum yok: