27.09.2011

Paris Tefrikaları - 2

PARİS'TE İLK GECE

Hostelimizin yeri gayet tatlıydı. Gare de Lyon'un hemen arkasına konuşlanmıştı. (Buradan bu hosteli bize sunan Jelibon'a teşekkürlerimizi sunuyoruz bir kez daha) Her ne kadar klasik hostelci ayağıyla karşı karşıya kalsak da - 3 kişilik odada rezervasyon yaptırmamıza rağmen bizi 4 kişilik odaya aynı fiyata geçirmeye çalışmak gibi... - görece sorunsuz hallederek odamıza çıktık. Odamız güneş alan, içinde lavabosu, minik de olsa bir dolabı olan şirincik bir odadaydı. Girişte yaşadığımız olay kadar şenlikli bir başka durum ise yalnızca çarşaf vermeleri ve bir yastık kılıfını hor görmeleriydi. Ancak tek kişilik yatak için 6 kişilik çarşaf verdiğinden biz yastığı da onla kapladık. Hatta çok sevgili yol arkadaşım abartıp yorgan kılıfı niyetine dahi katladı. Benim o kadar becerikli olmadığımı söylememe bilmem gerek var mı?




 Yeterince yerleştikten sonra yürüyüş için kendimizi sokağa attık. Gare de Lyon'dan Bastille'e çıktık önce. Renkli bir meydanı, renkli ara sokakları olan, ortalama bir yer diyelim. İlk akşamın keyfi olmasa yediğimiz sandviçin kötülüğü unutulmazdı ama break dans yapan güzide arkadaşlarımızı izlerken düşünmeden indirdik mideye açıkçası.


İşte Övropa farkı, punk'ı bile sağlıklı, sebze seçiyor!

 
Bastille'den Marais'ye doğru yürümeye devam ettik. Mayıs sonu gitmemize rağmen Paris'in daha kuzeyde olduğunu unutan biz yalnızca yazlık kıyafetler getirmiştik ve akşama doğru ilerledikçe hava serinliyordu. Olmadık bir davet için yanımda bulundurduğum ceketi paşa paşa omuzlayıp öyle devam ettim yola. Ben yine şanslıymışım, bir gün evvel seller götürmüş meğerse Paris'i. Ha bendeki akıl mı, o da ayrı konu. Gelgelelim hava durumu takibinde her daim kötü olmuşumdur.


Ville De Lumiére (aksan yanlış yana bakıyoru sanırım :S) olarak anılan Paris'in bu namı lüks ve modanın merkezi olmasına bağlanıyor. Işık Şehri yahut Işığın Şehri olarak da çevrilebilecek bu deyiş, yüksek mertebelerce nasıl kabul edilir hala emin değilim. Benim için Işıklar Şehri ve sebebi de moda ya da lüks değil üzerimizde uzanan gökyüzünün ta kendisiydi. Beş gün boyunca pek çok güzel şey gördüm ama hiçbirisi gökyüzünün çehre değiştirdikçe güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemesinin etkisini alt edemedi. Bu durum ilk işte bu yürüyüşte çarptı bizi.


Normal şartlar altında alışverişten nefret ederim. Bu abartı bir şov cümlesi değil, hakikaten nefret ederim. Bunun o kadar çok ve acı sebebi var ki, ayrı bir yazı konusu çıkar. Ancak alışverişin teması kıyafetlerden aksesuar ve kitaba geçerse, o zaman işler değişir. Bir canavara dönüşebilirim. Bu yüzden Rue Saint Antoine'dan Rue de Rivoli'ye doğru yürüyüşümüzü sürdürürken yolda türlü çeşit ama o esnada kapanmış mağazalarla karşılaşmak bizi hüzünlendirdi. Yine de açık çıfıt çarşısı gibi bir dükkanda aradığım kolyeyi buldum ve tabii ki affetmedim aldım. Yine de bu yolda görüp bayıldığım o mavi kitabevinin kapalı olmasının yarattığı hüznü silemedi.



Bu güzel yürüşte iştahımızı kabartan pek çok kafeyle karşılaştık ama Londra'da beni bulan hüzünlü gerçek burada da ağına düşürdü. Buralarda insanların yağmurla alıp veremediği ne? Bir sürü güzel, miniş kafeler iştahımızı açtı yol boyunca. Ama o kadar dolanıp aradığımız kafelerin hepsi kapalıydı, buna cartoville talihsizliği de diyebiliriz belki. Oradan seçip aramıştık. Ama en nihayetinde bir köşe bistroda hikayemiz yine mutlu sona kavuştu.


Ve kimi zaman o kadar leştik ki, bu türk komedi anlayışını yansıtan fotoğrafı çekmeden edemedik.


Peki bu fotoğrafı tanıyan var mı? ;)

Hiç yorum yok: