30.09.2011

Mola! MFÖ'den Geliyor!

İŞ HAYATIMDAKİ SORUNUMU ANLADIM!

Aklıma sordum. Dediğine göre ben gönüllülük için yaratılmışım.
Midem cevap verdi: "Ama dünya öyle değil maalesef..."

Eğer yukarıdaki düsturu takriben bir sekiz sene evvel sindirmiş olsaydım, bugün daha iyi değil belki ama daha gerçekçi bir aklım olmaz mıydı?

Senelerce ZNS artık para kazan diye isyan ederek beni adam etmeye çalışan emektar dostlarıma gelsin...


Orijinal kayıttan dinlemek isteyenler için:




29.09.2011

Paris Tefrikaları - 4

PARİS'TE İKİNCİ GÜN - (devamı)

McDonalds'dan kalktıktan sonra Place de la Concorde istikametinde turumuza devam ettik. Yol üzerinde pek çok mağaza olmasına rağmen benim aklım tek bir tanesindeydi. Tahmin etmesi aslında çok güç değil...

LADUREE ZAMANI!

 O kadar şendim ki!

Aslında o denli meraklı olmama rağmen yakın zamana dek Ladurée'den haberim yoktu. E hor görmeyin, bilmemek değil, öğrenmemek ayıp. Mevzu yemek, hele de tatlı oldu mu, ayıp kapatma hızında rakip tanımam! Güzel denk geldi öğrenişimin ardından bir kaç ay sonra tatması da kısmet oldu. Mağaza pek hoş, pek tozlu, aynı zihnim gibi :)

Vitrinde boylu boyunca makaronlar, tartoletler, kurabiyeler uzanırken beklemesi ne kadar zorsa, sıra size geldiğinde seçim yapması da bir o kadar zor. Bu zorlu görevin içinden biraz yardımla alnımın akıyla çıktığım gibi kendimi karşıdaki banka atıp ilk tadımımı yaptım. Bunun için karizmatik ve özel bir tören düzenleyişimi anlatmak isterdim ama ne yazık ki ben o insanlardan değilim.



ZNS'nin Seçimleri
  • Fıstıklı
  • Kahveli
  • Ahududulu
  • Çikolatalı
             veeeee çilekli tart! (Buna fena zaafım vardır)




Bu tatlı mı tatlı aradan sonra kalan makaronlarımı ve tartımı bir sonraki yorgunluk molasına saklayarak yola devam ettim. Şimdiki liman Place de la Concorde olacaktı ve önümüzde bizim kolay aşılır zannettiğimiz ancak bitmek bilmeyen bir yol vardı. Grand ve Petit Palais'lere varmadan bir evvelki kaldırımda önümüze bir kalabalık çıktı. Anlam veremediğimiz ama kolay kolay da geçemediğimiz bu güruh alelade bir bina girişinin önünde birikiyordu. Adeta özel bir gece kulübüne giriş gibi kırmızı halı üzerinden sırayla alınıyorlardı. Binanın hemen yanından açılan bahçe kapısında hoş görünümlü mankenler ve buradan ellerinde poşetlerle çıkan insanlar fark ettik sonra.


 Meğer canım Champs Elysées'ye Abercrombie & Fitch bir mağaza açmış, delirmiş Fransızlar da buna akın ediyormuş!


 


Yolun devamında anlam vermediğimiz bir açıklıkta restoran olduğunu tahmin ettiğimiz bir hoş bina gördük. Önündeki çimler de bize Güney Meydan'ı hatırlatınca bir soluklanmaya karar verdik.   
 
 Oooooh sefa olsun!

Malak ruhlarımızı çimlerden topladıktan kısa bir süre sonra nihayet Place de la Concorde'a vardık. Bu neredeyse bir semt büyüklüğündeki meydan beni heyecanlandırsa da, Paris'e geldiğimden beri bilmemkaçıncı kez bu denli resmedilesi bir gökyüzü görmediğimi düşündüm. Hakiki bir tablonun vücuda gelmiş hali gibiydi. Ne meydandaki çeşmeler, ne bizim Sultanahmet'teki dikilitaşın kardeşi bu güzelliğin önüne geçemedi.

Yok böyle gökyüzü!

PARK KEYFİ BAMBAŞKA


Place de la Concorde'dan hemen Jardin des Tuileries'ye girecektik ki girişteki hediyelik eşya dükkanlarına yakalandım. Normalde hiç sevmem aslında hediyelik eşya. Ama burada o kadar güzel şeyler vardı ki. Gezinin tamamını da ele aldığımızda, şu ana kadar gezdiğim yerler arasında en alınıp kullanılır ve sevilir hediyelik eşyaları Paris'te bulabileceğinizi söyleyebilirim rahatlıkla. Kendimi kaybetmişken neyse ki arkadaşlar topladı da parka girip bu güzel manzarayla karşılandık.

 


Park oldukça keyfi çıkarılır bir yerdi. Bir şey varsa oldukça tozluydu. Toz toprak gibi de değil, garip beyaz bir toz. Abartmadan tarif vermek gerekirse siyah spor ayakkabılarım parkın öbür ucundan çıktığımızda bembeyaz olmuştu gerçekten.


Parkın en sevdiğim yanı boştaki yeşil sandalyeleri oldu




Günün üçüncü molasını buradaki bir kahvede verdik. Kalan makaronları da tam burada mideye indirdim. Burada dinlenmesi de, yemesi de, etrafı izlemesi de çok keyifliydi. Her yerde birileri ya bir ağaç dibinde müzik dinliyor, ya bir bankta eskiz karalıyor ya da az ileride bir masada sefasına bakıyordu.

Bu da ZNS'nin sanatsal çalışması olsun:



Jardin des Tuileries'nin Louvre'a bakan
çıkışında bir hanım ablanın kitap sefası
ve onu dikizleyen heykel bir de kuş...






Jardin des Tuileries'den çıkınca biraz ileride sizi Louvre'un görkemli manzarası karşılıyordu. Gözleriniz onda ilerlerken bir süre sonra iki yanınızda labirent benzeri ağaçlıklar, onun da az ilerisinde bir karavandaki Paul şubesi beliriyordu.




Kruasan sevdanıza direnip ilerlediyseniz Louvre'un önündeki meydana varmışsınız demektir. Ama bugün tur günüydü. Bugün bir bakış atıp yolumuza devam ettik. 


Amacımız Les Jardins du Luxembourg'a gitmekken, otobüsten indiğimizde kendimizi nerede bulduk dersiniz? Tam aksi istikametteki Gare St. Lazare! Eh madem buraya geldik, vardır bir hayır deyip şöyle bir turlayalım dedik. İyi ki de demişiz, çok tatlı bir dükkan bulduk ve yarıya indirdik!


Çilekli tarta zaafım var demiştim!

Yolumuzu bulduktan sonra en merak ettiğim yerlerden biri olan Ile de la Cité'ye doğru yola çıktık. Zaman itibariyle Les Jardins du Luxembourg sevdamızdan vazgeçmiştik. (Ne yazık ki gezinin sonu geldiğinde halen bu vakti bulamamış olacaktık. Ne yapalım, bir dahaki sefere...)

MADEM KAYBOLDUK NOTRE DAME'A GİDELİM


Bu poza layık metro durağını bulmak inanın çok zor oldu :S






Yolda yağmur çiselemeye başladı.
Ama bu bizi köprü keyfinden de
sahildeki ilginç tezgahları
arşınlamaktan da alıkoyamadı.


İlk durağımız Notre Dame de Paris zannediyorduk ki tuvalet ve yemek ihtiyacı bizi bir kafeye yönlendirdi. Dünyanın en tatlı! garsonunu bulduğumuz kafeyi güç bela bırakarak kiliseye yollandık. Son dakikada da olsa bu ulvi ziyareti tamamladık :S

İşte benim dileğim de oralarda bir yerde =)

Notre Dame Kilisesi'nden çıktıktan sonra akşam gitmeyi planladığımız caz barı bulmak için hostele dönmeden önceki son durağımıza doğru yola çıktık. Bir de baktık ki o yol bizi nereye götürsün?! İçinde kendimi uzun uzun kaybetmeden önce bir oturup soluk aldığım Shakespeare & Co'ya!

O diil de sağdaki çeşme size de Ortaköy'dekinin aynı gelmedi mi?

SIRADA NE VAR? Paris'te tatlı bir bistroda başlayan ve harika bir jam session'la Duc des Lombards'da biten bir cuma gecesi. Bir de Ezgi*'nin macerasının ilk ayağı!




* Şu dakkada Ezgi de kim diyenler için, Paris'te benimle koşturan hanım arkadaşımız efendim...




Ederlezi


Son günlerde içimdeki bulutlar açılmadıkça daha bir anladım. Güneş olsa da hüzünlüsündür bazen. Güneş göğün ortasında öylece dursa da kovamaz onu, hatta kucaklar kimi zaman. Sense güneşle hüznünün dostluğunu anlayamazsın, kalakalırsın.

Güneşe sersen de kurumuyor hüzün. Dallanıp budaklanıyor da hatta.

Ve içimde Ederlezi çalıyor, baştan sona.



28.09.2011

Paris Tefrikaları - 3


"Bugün büyük gün, çünkü büyük tur var, Eyfel'i görecük!"

PARİS'TE İKİNCİ GÜN - 1

Sabah kalktığımızda odamızda üçüncü kişi olan arkadaşımız da bizle uyandı. Etrafına şöyle bir boş boş baktı, önüne döndü gerindi. Sonra yine bize baktı ve günaydın dedi.

Konuşmanın devamını sıkıcı olmamak adına atlayıp, o gün için bir programı olmadığını öğrendiğimiz noktaya geliyoruz. Sonuç olarak Türk annesi geni bir yerlerde tohumlanmış olacak ki, bize katılmasını teklif ettim. Harita ve programımız olduğuna göre bir kişiye daha yer açılabilirdi. Önden uyarmak lazım; ben yurtdışında bir androide dönüşüyorum! Gerçi uyarsam dahi yine de şaşkınlık yaratabiliyor.

ROTA: Tour Eiffel, Trocadero, Arc Du Triomph, Champs Elysées (yol üzerinde Ladurée), Place de la Concorde, Jardin des Tuileries (parkta bir kahve bizden), Ile de la Cité, Notre Dames de Paris, Shakespeare & Co.


Hostelimizden çıktık ve ülkeyi terk edene dek defalarca içinden geçeceğimiz Gare de Lyon metrosuna indik. İlk hedefimiz Tour Eiffel. Zaman içindeki deneyimlerim, gidilmesi kesin olan yerlerin en baş sıraya konması, assolist gibi sona saklanmaması yönünde eğitti beni. O son hiç denk gelmeyebilir sonra çünkü...

Jess'le foto arkası

Bol bol fotoğraf çektikten sonra, yağmurlu havaya ve uzayıp giden kuyruğa bakıp, sıra beklemeye değmeyeceğine karar verdik. Eyfel'e çıkmayı kendi adıma gelecekteki romantik eşime ayırıp, Trocadero'ya doğru devam ettik.


'Su Yolu'ndaki
'Şarap Müzesi' için
vaktimiz yoktu,
devam ettik...





Eyfel'den bir köprüyle öbür yakaya bağlanıp, bu zürafa kuleyi karşıdan bir görebilmek için tırmandığımız meydanda bir anda zenciler sardı her yanımızı. Gözlük satanlar, anahtarlık satanlar, kartpostal satanlar...



Manzara o kadar güzeldi ki bir müddet mola vermeden geçemedik. O posterlerden almamak da inanın çok zor oldu!

Dikkat! Anahtarlıkları en ucuza biz Eyfel'in dibinden bulduk, 6'sı 1 Öro idi. Bilginize.

Bu manzaraya bizi yolda idare edecek kadar doyduktan sonra, ısrarcı siyahi kardeşlerimizin arasından sıyrılarak Avenue Kleber'den Arc du Triomph'a doğru yollandık. Kleber caddesi üzerinde üç kere kahve molasına yeltenir gibi olduysak da bunu Champs Elysées'ye saklamaya karar verdik.
Aaaaaa filmcilerrrr, filmcilerrr!

Fonda görünen pastaneyi de atlattıktan sonra yeme-içme faslını bir müddet unutmayı başardık. Kısa görünen ama bitmek bilmeyen yol sonunda bizi önceden yüz defa resmini görmüş olsak da görkemiyle heyecanlandıran Zafer Takı'na çıkardı.

Çünkü sevindirik poz bir turist olmanın gereğidir!


Arc du Triomph'a varmanın bir diğer güzel yanı daha vardı. Arc du Triomph'a varmışsanız, Champs Elysées'ye varmışsınız demektir. Yani yemeğe çok az kaldı! - İçimdeki düz adamla sizi hayal kırıklığına uğrattıysam özür dilerim. Bu özür az sonraki hareketimiz için de geçerli. Çünkü yemeği koskoca Champs Elysées üzerinde McDonalds'da yedik.

Durun, açıklayabilirim!

Mücevhere meraklı olun olmayın,
Cartier'yi görür görmez dilinizden bir dua akıp gidiveriyor vallahi!

Şöyle açıklayayım; çok açtık, her yer çok pahalıydı, çok ama çok açtık! Ve yanılmıştık!
Sanmıştık ki McDonalds dünyanın her yerinde fast food kategorisine dahil. Bir şey diyeyim mi? O dediğiniz yalanın daniskası olur!
Dünyanın en yavaş McDonalds'ını mı görmek istiyorsunuz Paris'te herhangi birine gitmeniz yeterli. - evet ders almıyorum, 2 ayrı şubesine daha gittim...yurtdışında McDonalds'a gitmeyi ayrıca konuşuruz, oralara hele hiç girmeyelim - Ama sonunda bükük bardak veriyordu en azından :S


Sırada Ne Var? Ladurée, Place de la Concorde, Jardin Des Tuileries, Ile de la Cité, Notre Dames de Paris, Shakespeare & Co. 

Günortası Meyhanesi




Haddolummm!*


Bazen önce rakı istiyor ruhum, sonra bir şarkı açıyorum.
Bazen bir şarkı açıyorum, bir büyük açasım geliyor.
Bazen kafayı bulamayacaksam da havasını koklayayım istiyorum.

Bugün sonuncusu. Ama bugün birşey daha var;
bugün sizi de yanımda istedim!                             
 

- 1 -






* Haddolum Ege kıyısındaki evimizde eniştemin
resmi rakı nidasıdır ve nesilden nesile aktarılmaktadır.

Geçen Pazar'ın Şiiri - 13




Minicik bir damla
Kalbimin bir kenarında
Hep serin, sabit, nemli
Hüznü çoğu zaman çok kararlı
Uzunca bir süredir kendi savaşında
Sözüm olabilir mi
 böylesi güzel yüzlü tenhalığa?
Harfler uçuşuyor şimdi ortalıkta
Kelimeler akıyor, tutamıyorum hiçbirini
Bu seferki rüzgarın acısına
 uymuyor aksak ritimleri


Sıkılgan doğuyor güneş
Sanki utanıyor gibi
 beni hala her şeyiyle aynı kalan 
sabahlara uyandırmaya
Alışılmıyor yalnızlaşan günaydınlara
Paylaşmak kahvaltı sofranı
Eski romantik filmlerde mi kaldı
Ne yazık kaçırmışım o seansı
Bana denk gelen
Karmaşık insan psiko-dramları

Ne zamandan beri farkındayım
Bu onmaz bitkinliğimin
Umutlar doğuyor geceme
Umutlar batıyor
Kayar gibi zihnimde
 gözlerimden, içimden
binlercesi geliyor, geçiyor
Merak ediyorum
Kalbim hangi öyküye ait bir durak?

Korkuyorum 
 belki de o yolun ta kendisi
Hep hikayeleri geçecek üstünden
Başkalarının
Eğer öyleyse asla dinmez sızısı
Derinlerde yavaştan başlayan
                      kanlı bir başkaldırının













 


* Görseller (sırayla): acornpress, G. A. Harker

27.09.2011

Paris Tefrikaları - 2

PARİS'TE İLK GECE

Hostelimizin yeri gayet tatlıydı. Gare de Lyon'un hemen arkasına konuşlanmıştı. (Buradan bu hosteli bize sunan Jelibon'a teşekkürlerimizi sunuyoruz bir kez daha) Her ne kadar klasik hostelci ayağıyla karşı karşıya kalsak da - 3 kişilik odada rezervasyon yaptırmamıza rağmen bizi 4 kişilik odaya aynı fiyata geçirmeye çalışmak gibi... - görece sorunsuz hallederek odamıza çıktık. Odamız güneş alan, içinde lavabosu, minik de olsa bir dolabı olan şirincik bir odadaydı. Girişte yaşadığımız olay kadar şenlikli bir başka durum ise yalnızca çarşaf vermeleri ve bir yastık kılıfını hor görmeleriydi. Ancak tek kişilik yatak için 6 kişilik çarşaf verdiğinden biz yastığı da onla kapladık. Hatta çok sevgili yol arkadaşım abartıp yorgan kılıfı niyetine dahi katladı. Benim o kadar becerikli olmadığımı söylememe bilmem gerek var mı?




 Yeterince yerleştikten sonra yürüyüş için kendimizi sokağa attık. Gare de Lyon'dan Bastille'e çıktık önce. Renkli bir meydanı, renkli ara sokakları olan, ortalama bir yer diyelim. İlk akşamın keyfi olmasa yediğimiz sandviçin kötülüğü unutulmazdı ama break dans yapan güzide arkadaşlarımızı izlerken düşünmeden indirdik mideye açıkçası.


İşte Övropa farkı, punk'ı bile sağlıklı, sebze seçiyor!

 
Bastille'den Marais'ye doğru yürümeye devam ettik. Mayıs sonu gitmemize rağmen Paris'in daha kuzeyde olduğunu unutan biz yalnızca yazlık kıyafetler getirmiştik ve akşama doğru ilerledikçe hava serinliyordu. Olmadık bir davet için yanımda bulundurduğum ceketi paşa paşa omuzlayıp öyle devam ettim yola. Ben yine şanslıymışım, bir gün evvel seller götürmüş meğerse Paris'i. Ha bendeki akıl mı, o da ayrı konu. Gelgelelim hava durumu takibinde her daim kötü olmuşumdur.


Ville De Lumiére (aksan yanlış yana bakıyoru sanırım :S) olarak anılan Paris'in bu namı lüks ve modanın merkezi olmasına bağlanıyor. Işık Şehri yahut Işığın Şehri olarak da çevrilebilecek bu deyiş, yüksek mertebelerce nasıl kabul edilir hala emin değilim. Benim için Işıklar Şehri ve sebebi de moda ya da lüks değil üzerimizde uzanan gökyüzünün ta kendisiydi. Beş gün boyunca pek çok güzel şey gördüm ama hiçbirisi gökyüzünün çehre değiştirdikçe güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemesinin etkisini alt edemedi. Bu durum ilk işte bu yürüyüşte çarptı bizi.


Normal şartlar altında alışverişten nefret ederim. Bu abartı bir şov cümlesi değil, hakikaten nefret ederim. Bunun o kadar çok ve acı sebebi var ki, ayrı bir yazı konusu çıkar. Ancak alışverişin teması kıyafetlerden aksesuar ve kitaba geçerse, o zaman işler değişir. Bir canavara dönüşebilirim. Bu yüzden Rue Saint Antoine'dan Rue de Rivoli'ye doğru yürüyüşümüzü sürdürürken yolda türlü çeşit ama o esnada kapanmış mağazalarla karşılaşmak bizi hüzünlendirdi. Yine de açık çıfıt çarşısı gibi bir dükkanda aradığım kolyeyi buldum ve tabii ki affetmedim aldım. Yine de bu yolda görüp bayıldığım o mavi kitabevinin kapalı olmasının yarattığı hüznü silemedi.



Bu güzel yürüşte iştahımızı kabartan pek çok kafeyle karşılaştık ama Londra'da beni bulan hüzünlü gerçek burada da ağına düşürdü. Buralarda insanların yağmurla alıp veremediği ne? Bir sürü güzel, miniş kafeler iştahımızı açtı yol boyunca. Ama o kadar dolanıp aradığımız kafelerin hepsi kapalıydı, buna cartoville talihsizliği de diyebiliriz belki. Oradan seçip aramıştık. Ama en nihayetinde bir köşe bistroda hikayemiz yine mutlu sona kavuştu.


Ve kimi zaman o kadar leştik ki, bu türk komedi anlayışını yansıtan fotoğrafı çekmeden edemedik.


Peki bu fotoğrafı tanıyan var mı? ;)

Enfes: İleri Pazarlama Örnekleri

Breh Breh Breh!


Harika bir Bozcaada tatili geçirdiğimden bahsetmiştim, tefrikaları araya kaynatmış olsam da oradan detaylar ara ara kopup gelecek, orası kesin. Yankıları nasıl hala sürmesin, yurdumun her yeri yetenekle kaynarken.

Siz olsanız bir an durup bizim gibi tatlı kahkahalara boğulmaz mıydınız?

Kimisi avam bulabilir ama ben sevdim ve de şukusunu verdim. Enfes!

26.09.2011

Paris Tefrikaları - 1

ZNS Paris'ten bildirdi!
                                          Hatta üstünden de bir zaman geçti...



PARİS'TE İLK GÜN

Mayıs sonu apar topar kendimi attığım uçakla alabildiğine heyecansız çıktığım bir yolculuktu bu. Halbuki belki kendimi bildim bileli buraya gitmek istemiştim. Bu heyecanımı zamanın bilmediğim bir noktasında kaybetmişim işte, ama her şey hazırdı, sabitlenmiştim yani, e gitmemek olmazdı.

Uçaktan inip kendimi önce senelerdir orada yaşayan, 3 kere girişimde bulunup da bir türlü gitmeyi başaramadığım arkadaşıma - j'etem diyelim :) - uğradım. Bunca sene sonra başarmışken bavulmuş, hostelmiş bekleyemezdim! Sade konseri için gittiği Münih'te başladığı on günlük gezisinin son ayağını burada benimle tamamlayan hanım arkadaşımızı da unutmamak gerek tabii. O da bir gece önceden buraya gelmiş, beni karşılıyordu. J'etem'in seneler evvel ilk taşındığında bilgisayarın kamerasından tur attırdığı bu minik stüdyosunun tam ortasında duruyordum sonunda. Monmartre yakınlarında bir Hint mahallesinde çatı katında yaşayan j'etem'in evinin tek ve büyücek penceresinden Sacre Coeur görünüyordu.



Beni çok iyi tanıyan j'etem biraz soluklanır soluklanmaz  ilk iş bizi sokağa çıkardı ve küçük bir Monmartre turu attırdı. Tatlı evlerin ve binaların arasından geçip açlıktan ölmeden bizi şeker bir bistroya oturttu. Paris'in pahasıyla burada tanıştık diyelim! Limonata yerine de alenen Sprite getirdiler ama biz halimizden ve tok midemizden çok memnunduk. Kahvesiz yemek benim için öksüzdür. Öksüz midelerimizi tamama erdirmek üzere gezide klişeleri seven son insanlardan olduğum için artık Amelie'nin kafesi tabir edilen Café des Deux Moulin'de (İki Değirmen anlamına geliyor imiş) geçtik.

Burada çok heyecan verici bir şey oldu! Dünyanın en yaşlı adamını gördük. Saniyede bir adımdan daha yavaş geçen yürüteçli bu yaşlı amcayı son derece süslü bir hanım teyze destekliyordu bir yandan. Ama daha çarpıcısını söyleyeyim mi? Ben bu adamın fotoğrafını çekemedim, çünkü kaçırdım! Konu yetenekse herkesle yarışabilirim bazen!

İşte o melun kaçırış anı ve amcacığın tek fotoğrafı

Buralara gelmişken Moulin Rouge'a uğramamak olmazdı. Müzikalini sevsek de revü tatil bütçemin ilk seferinde yer almıyordu. Göz atmakla yetindik bu defa. Bu turu nihayete erdirmenin ardından hostelimiz Blue Planet'a geçtik. Hızlı bir yerleşmenin ardından, güzel bir akşam turuna hazırdık...

Burası Moulin Rouge'un kendisi değil dükkanıdır, belirtelim...

(Devamı gelecek...)

Sevdiğimiz Buluşlar - 2/Mola!

Oy annesi!

Dönem dönem olmadık şeyler gösteren arkadaşlarınız var mı? Bin şükür bende de var. Geçen hafta en olmadık yoğunlukta b'iri' bunu bulup gösterdi bana, siz de bir 3 dakikalık molada eğlenmek isterseniz buyrun deneyin efem.

Sitede boş bir kare karşılıyor sizi ve içine bir çöp adam çizmeniz isteniyor, sonra...
Sonrasına Geppetto sendromu desek olur mu? Bakalım canlanan çöp adamınız size neler diyecek, nasıl bir serüvene sokacak?

Bana sorarsanız 3 kere denedim; 3 çöp adamım da evladım gibi, birbirinden ayıramıyorum. Ayırt edilen tek şey bu konuda akıl almaz derecede kabiliyetsiz olduğum. (Birini iyukarıda sizi karşılarken gördünüz nitekim) 

Benim gibi kabiliyetsizliğinizi kabullenmek yerine bi yolunu bulsam yaparım diyenlerdenseniz, sizi de düşündük, bu maceraya yeterince sıkı hazırlanmak isteyenlere:




Enfes: Kınanın Ardından Kahve

@ Cafe Rezine, Bornova


Bir dolu kız bir eve doluşmuş ve düğün sürecinin en östrojen dolu gecesinin ardından bunu yapmak kaçınılmazdı.

Kahvaltı: Tamam
Bavullar: Tamam
Biletler: Tamam
Fal: Koşun!

Kaldığımız evin yakınında gidebileceğimiz ilk kafeye attık kendimizi. Ama alelade gittiğimiz kafenin hem kahvesi hem de mini minnoş kurabiyelerinin lezzeti bizi pek sevindirdi. Aynı şeyleri müzikleri için söyleyemesek de siz de denk gelirseniz deneyin efendim.

Fallara gelince, çakralar açıktı diyelim ;)

Uçan da Kuşlara Malum Olsun!

Ben o günleri özledim... (Bazılarını...)


3 düğünden sonra ve 3 düğünden önce, yolun tam ortasında bir de kına gecesi için İzmir'deydim.

Gelin hanım ergenlik yıllarımdan kardeşim gibi olmuş ama esas dostluğumuz İstanbul'a taşınmamla başlamıştır. İkimiz de İstanbul'da ortadan başlayan hikayelerimizin şahidi olmuşuzdur senelerdir.

Şimdi bu hikayenin yarısı Viyana yollarına dökülecek birkaç hafta içinde ve insanın 26'sında bir İpek Ongun duygusuna kapılması insana kendini bir başka yaşlı hissettiriyor.

Ama esas noktaya gelirsek BEN KINAYA GİTTİM VE EĞLENDİM DE ÜSTELİK!



İşte İspatı! (Her ne kadar gözüm kaymışsa da...)

Gelin Hanım'ın cevval teyzesi elleriyle hazırladığı kınalıklarla ve tatlı bir organizasyonla bizlere harika bir haftasonu yaşattı.

Bütün kızlar toplanıp İzmir havası almak da ayrı iyi geldi. O havayı alırken iyi gelen şeylerden bir diğeri de Ege Havası'nın her yerden fırlayan bir başka yansımasıyla karşılaşmaktı.

Misal:




Konsept her türlü nostalji kokarken verdiğimiz kahve molasında bir de genç ve beceriksiz ilk aşk sahnelerinden birine şahit olmak ayrı lezzet kattı. Sanıyoruz ilk randevularıydı, ilişkiye ömür biçmece oynamak isteyenler için paylaşalım:




Ve ZNS'den üstün hizmet, gelemeyenlere online uğur ve bereket dağıtıyoruz. Bu altın fotoğrafını indirip masaüstünde 3 gün tutan 9 vakte kadar kısmetine kavuşuyormuş!


Derin Bir Nefes Al ve Başla!

Herkes için!


Bugün için özel hiçbir şey yok. Dün hiçbir şey olmadı ve bugün özel bir şey olacağını da sanmıyorum.

Sadece bir bohça yeni başlangıçların ortasındayım ve bunların hiçbiri bana ait değil. En zorları yeni geliyor ve ben geri geri gitsem de kendi kendine ilerleyen bu yolun sonu belli.

O yüzden şimdi bu haftaya güçlü ve iyi bir başlangıç her şeyden daha elzem şu an. Sizlerin de desteğiyle, haydi bakalım!

Derin bir nefes alıyoruz ve başlıyoruz!

Ama yavaş yavaş...sakin sakin.